Saturday, July 28, 2007

Domates-Bağ-Dal

Nasıl, dolgunlaşmış, kocaman, ama yeşil bir Domates, Ekim güneşinde kendisini kızartacak ışınları bulamayınca, dalıyla bağını kesip, kızarmanın, olgunlaşmanın yolunu, çürüme sürecinde ararsa...*

*Oruç Aruoba- Tümceler

Çürümeyle olgunlaşmak da hiç fena değil, çürüyenin ne olduğuna bakar...

Thursday, July 26, 2007

bırak onu bunu:)

Hayyam'dan..

Ey kör!Bu yer, bu gök, bu yıldızlar,boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!

Hayyam amca mevzuuyu çözmüş galiba. Aman yaşamak lazım çok düşünmeden...

Sunday, July 22, 2007

seçimler...

Ve Türkiye'nin meclisi değişti. 4/5 oranında tamamen yeni bir kadro, tv de öyle dediler.
Kısaca 3 parti içerde bir de bağımsızlar:
AKP %46,61
CHP %20,91
MHP %14,27. (NTVMSNBC verileri)

Ufuk Uras içeride. İlk defa oyum boşa gitmedi. Yupppiiiiiiiiii. seçim naraları atmak istedim sonucu görünce.:D
Baskın Hoca giremedi:( ve Doğan Erbaş la birbirlerinin önünü kestikleri kaçınılmaz bir şekilde ortada. İkisinin oylarını toplayınca zaten yetiyor bir adaya girmesi için. İst.2. bölgeden yok bağımsız. Zafer hocam da mecliste Mersin'den. DTP grup kurabilecek kadar mecliste.
ABD basını: Türk Demokrasisi kazandı.
Dünya Basını: Muhtıra kazandırdı.

Kısa kısa böyle durum. Olası CHP-MHP koalisyonu yok hiç ufukta. Zaten mecliste ufuk var hehe. Tayyip dünyanın en duyarlı konuşmasını yaptı. Artık daha çok sorumluyuz, daha çok kesimi kapsıyoruz. AB politikalarımıza devam edeceğiz diye. %50ye yakın destekle şımarma durumunda aba altından sopa gösterirler zira. Gerek yok hepimize yazık di mi?
Ya bir şeyi fark ettim. Bu milliyetçileri fazla abartmışım gözümde. yani chp-mhp topla ki chpye oy veren kesimde bir sürü değişik insan da var, akpye yetişmiyor çok açık ara aşağıda. Etnik köken yerine dine dair bir yerde birleşiyor gibi bi sonuç çıkıyor aslında galiba. Çünkü g.doğuda da aynı şey oldu. AKP ile neredeyse başa baştı DTP adayları, bazı illerde AKP öndeydi. Şimdi yepyeni bir süreç. Umarım çok kavga dövüş geçmez de siyasete tanıklık ederiz biz de. Siyaseti yapılamaz hale getirmek çok kolay çünkü burda. Umarım olmaz. İyi ya da kötü ama partiler politika yapabiliyor olsun minimum stnadart bu bence. Tabii sonrasını da yapsınlar. Çözüm ve uzlaşma kısmını. Eskiden bana çoook geyik gelen ve belki de sürekli eleştirdiğim üst politika ile sorun çözme, çatışma yönetimi vs. diye geyik isimlerle de bilinen şeyler şimdi bana o kadar da geyik gelmiyor. Bir yerden tutulursa belki işe bile yarayabilirler gibi geliyor hatta. Şimdi mecliste ufuk uras bir tane farkındayım ama yine de mevzu yaratabilir. Kaale alınmak zorunda bırakabilir başkalarını. Meclisin ajandasına bir sürü farklı çözüm bekleyen konuyu sokabilir. :) Baskın hoca da gireydi:(

neyse içim rahat. Erdoğan mantıklı konuşuyor, neoliberal evet, eleştirilecek çok yanı var evet, ama en azından uyumlu, olumlu, değişebilir ve esnek. Bazen diyorum galiba çok değiştiler. İktidar onları esnek ve pragmatist bir hale getirdi. Seçimden bir gün önce Tayyip tvdeydi. Başörtüsü sorunu çözülecek mi diye sordular. O da tak dedik mi değişmez bunlar köklü sorunlar hiçbir vaat veremem dedi. Gerçekçi...%50yi nasıl aldığının farkında: Catch-all. Herkes var akpye oy verenler arasında, adaylar arasında da: Sosyal demokratlar, dindar muhafazakarlar, milliyetçiler, ABciler vs vs vs. O yüzden farkında olunacak bir tehlike yok. Dipnot: yarın cumhuriyet ne başlık atacak çoook merak ediyorum!

Meydanlarda milyonlar yürürken korkmuştum ama onlar da homojen değilmiş işte, ya da bu kadarlarmış işte.

Neyse, kısaca bu seçim fena geçmedi, insanlar süper cevap verdi: Kutuplaşmaya hayır dedi resmen. Umarım AKP hegemonyası denilen şey can sıkar hale gelmez. Umarım birileri yaptıklarına çok kızmaz. Siyaset yapılabilir kalır.

Yarın okulda şükür namazı kılalım diyoruz çimlerde. hehehe. Belki Boğaziçine, bize ödenek ayırırlar.

Yarın yeni bir gün gerçekten...
01:39 23 temmuz 2007

Seçimler deyince Koray hocanın yazısını da esgeçmeyelim ve unutmayalım adamlar neoliberal:


AKP nasıl kazandı?


AKP'nin seçim zaferi birçok gözlemci tarafından halk muhtırası olarak anlaşıldı. Sorunlu bir gözlem bu. Militarizme boğazına kadar batmış bir halk anti-militer bir mesaj vermez. AKP orduyla gerçekten bir bilek güreşine tutuşsaydı, o zaman kaybederdi. Herkesten çok AKP biliyor bunu.

NEDEN İKTİSADİ Mİ?

Evet. Yoksullar AKP'nin daha da derinleştirdi-ği neoliberal denizde boğulmamak için AKP'ye sarıldılar.

Bu durum tam bir bilmece yaratıyor. Çünkü AKP döneminde milli gelir 180 milyar dolardan, 411 milyara; kişi başına milli gelir 2.598 dolardan, 5.560 dolara yükseldi. Bu arada enflasyon yüzde 3o'dan yüzde 9'a indi.

AKP'nin dümen suyundan gitmeye teşne birçok gazeteci ve bir parça akademisyene göre, AKP'nin başarısını bu iktisadi mucizeye bağlamak mümkün. Bu açıklamalara hızlıca hak vermemek mümkün değil. Milli geliri 5 yılda iki katına çıkarmak dünyada çok az hükümete nasip olmuştur. Ama neden başka yerde yatıyor.

KAZIN AYAĞI

YTL'nin aşırı değerlenmesini hesaba kattığımızda işlerin aslında hiç de göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz. Aslında milli gelir nominal olarak, yani lafta artıyor. Düşünün, krizden hemen önce dolar 1.70'di şimdi 1.20 olacak mı diye tartışıyoruz. 2002 hemen krizden sonra geldi. Milli gelirin dörtte biri yalnızca faiz gelirlerine gitti, bir milyon kişi işsiz kaldı, birikimleri TL'de olanlar kısa bir süre içinde yarı yarıya yoksullaştı. Derviş'in finans açıklarını yamamasıyla bu durum bir parça kontrol altına alındı.

Milli gelirin lafta artmasının bir diğer nedeni de dünya gıda fiyatlarının son 5 yılda yüzde 25 artması. Yoksul ülkelerde aile gelirinin büyük bir bölümü gıdaya gider. Bu oran Türkiye'de yüzde 28'dir. Enflasyon yoksul için daha ezici olur.

Bir de bunun üzerine gerçek işsizlik oranının yüzde 19'da sabitlenmesini ekleyin. Cari açığın 30 kat, evet 30 kat artmasını, merkezi yönetim borcunun iki kat artmasını, dış ticaret açığının 3 kat artmasını ekleyin.

Ve son olarak, özelleştirmelerle kendinden önceki kuşağın birikimini çarçur eden bu kuşağın AKP'li vekillerinin bu açıkları mal satarak kapadığını anımsayın. Bu iktisadi rezalet nasıl olur da AKP'nin zaferini açıklar. "Normal" bir seçmen bu iktidarı devirmez miydi?

SEÇMEN NORMAL Mİ?

Bu koşullarda evet. Daha da ileri gidelim, AKP'den başka bir partiye oy vermek en yoksullar için anormal olurdu. Çiftçiler, Abdullah Aysu'nun deyimiyle "AP'leşmiş" AKP'ye yakınlaşmada sorun görmediler. Bunun nedeni köylünün örgütsüzlüğü, Gökhan Günaydın'ı Ankara yedinci sıraya gömen CHP körlüğü ve sosyalistlerin güçsüzlüğüdür.

İşçilere yoksulluğun nedenini anlatabilecek kitlesel bir partinin yokluğunda, her kamu hastanesine girebilen, sıra beklemeden eczaneden ilaç alabilen, borç batağına batmış ve kamu mallarını satarak açığını kapayan AKP'li belediyeden temmuz sıcağında kömürünü alan, ununu sağlayan ve bir de üzerine formal yerel iktidar ağlarına girişi mümkün bir işçi kime oy verirdi? Siz olsaydanız kime oy verirdiniz?

İŞÇİNİN EMEKÇİNİN PARTİSİ

AKP iktisaden ve siyaseten şelalaler gibi iç içe geçmiş iktidar ilişkilerini ortadan kesen bir siyaset güdüyor. İşçiler ve emekçiler bu nedenle patronların partisinin peşinden gidiyorlar. Çünkü işçilere, köylülere, kadınlara ve gençlere bir umut veremiyoruz. İşin ilginci bin umut peşinde olanlar bile Kürt seçmene umut veremiyor artık.

Siyasette duyguların, kimliklerin, sembollerin artık daha geride olduğu bir coğrafyaya girdik hep birlikte. Artık merkez sağın "Hıristiyan Demokrat" AKP tarafından tanımlandığı, çevresine de milliyetçi Kemalist bir blokun yerleştiği yuvarlak bir coğrafya bu. Soldan sağa uzanan bir hat değil.

Ancak solun önü açık. Neler yapılabileceği AKP'nin başarısında gizli. Baskın Oran ve AKP kampanyalarının seçim ertesi gazete ilanlarına devam eden tek hareketler olması sol adına sevindirici. Haftaya AKP'den solun öğreneceklerini tartışacağım.

Tuesday, July 17, 2007

Monday, July 16, 2007

yok birsey...

Whatever I have is precise...*

*Ölü Ozanlar derneği kitabından.

Whatever I have is precise.

Friday, July 13, 2007

bir deneme

Burayı iyice kendi gazetem ya da Türkçe yazdığım makaleler haline getirdim ama okuyan varsa ekleme yapmak isteyen, köküne kadar eleştirmek isteyen, they are welcome:) buyrun edin. Paylastıkca fikirler pratiğe dönüşebilir hale gelir gibi bir varsayımım var. Memnuniyetle eleştirin. Bu yazıyı "sosyal haklar" başlıklı bir eğitimde 4 kişi kafa patlatıp 15 saatte falan yazdık. Yani sadece benim değil yazı ama bayağı emeğim var diğer arkadaşlarla beraber. Bir çeşit deneme sayılır. Çok da uzun değil. İçinde "sınıf" kelimesinin dahi bir kere falan geçmesi mesela eleştirilecek bir yanı. Bir başka yanı başlığının yoksulluk olması sosyal tabakalaşma (social stratification)da denilebilirdi vs. Yazıldığı yer önemli biraz da aslında. Her üniversitede her bölümden insana hitaben yazıldı bu yazı. Biraz buna dikkat ettik ama hala anlaşılması zor yerler var. Buyrun okuyun isterseniz:


YOKSULLUK

Yoksulluk kavramı üzerine çoğu zaman “yoksul”lar üzerinden düşünürüz. Toplumda yaygın olarak görülen yoksulu tanımlama şekilleri ise genellikle yoksuldan korkma; suçun şiddetin kaynağını yoksulluk olarak görme ve yoksulu hastalık bulaştıracak biri gibi kabul etme gibi bakış açılarıdır. Bu bakış açısı yoksulluğu yüzünden ‘öteki’ ilan edilen kişilerin sosyal ortamdan tamamen dışlanmasına kadar gidebilir. Bir başka bakış açısı ise, yoksulların çalışmadıkları/tembel oldukları için yoksul olduklarıdır. Bu durumda yoksulluk birebir çalışmayla özdeşleşmektedir. Halbuki çalışan yoksulların da bulunması bu olguyu zaten yanlışlar (Buğra 2005). Ayrıca bu anlayış yoksulun arka planını ve içinde doğduğu şartları yok saymaktır. Bir diğeri ise yoksullar üzerinden kar elde etmeyi hesap etmektir. Bu yaklaşımların hepsinde ‘insan’ın araçsallaştırılması söz konusudur. Bu noktada yapılması gereken şey, yoksulları sosyal dışlanma riskiyle karşı karşıya bırakan yargılar üretmeden evvel, yoksulluk üzerine düşünmektir.
Neden yoksulluk var?

1980ler sonrası değişen dünya düzeni ve üretim modelleri ile birlikte, yüksek gelirliler ile düşük gelirliler arasındaki gelir dağılımı farkı daha da arttı. Yeni dünya düzeni ve yeni üretim ilişkilerinden kastımız, 1970 lerin başında gelişen şirketlerin uzmanlaşmalarına ve ürünlerin kitlesel üretiminden çeşitliliğe dayalı üretime geçildiği ve uluslar arası rekabetin yaygınlaştığı süreç. Şirketler artık kişilerin ihtiyaçlarından çok, tüketici gruplarına hitaben tüketicilerin/müşterilerin zevklerine göre üretmeyi tercih etmektedir. Bu çeşit üretime de esnek üretim modeli/sistemi denmektedir. Eşitsizliğin artmasındaki nedenler olarak, küreselleşme, üretim modeli ile birlikte sosyal-ekonomik yapılardaki değişimler, özelleştirmenin arttırılması ve piyasaya olan aşırı güven, kuraklık ve çevre sorunları, savaşlar ve nüfus artışına kadar pek çok nedenden bahsedebiliriz. Bu eşitsizlik Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2006 verilerine şu şekilde yansımaktadır:

 * Dünyada 2,5 milyar insan günlük 2 dolar gelir düzeyinin altında yaşıyor; yani yoksul.

* Bu kesim, dünya nüfusunun yüzde 40'ını oluşturuyor ama, dünyanın toplam gelirinin yüzde 5'ini alabiliyor.

* En zengin yüzde 10'sa, toplam gelirin yüzde 54'üne sahip.

* 850 milyon kişi açlık ve kötü beslenmeyle karşı karşıya.

* 1,1 milyar kişi, temiz içme suyuna erişemiyor.

* Saatte 1.200 çocuk, önlenebilir hastalıklar nedeniyle ölüyor.
Türkiye’de ise nüfusun en zengin %20’si toplam hane gelirinin %44, 4’üne sahip, en yoksul %20’si toplam hane gelirinin % 6,1 ‘ine sahip.
Ancak tam da yukarıda değindiğimiz üzere bu ölçütlerin kişilerin ne kadar tüketim yaptıkları üzerinden belirleniyor olması sorunu “yoksulluk” kavramının tanımı üzerinden tekrar düşünmemizi gerekli kılıyor.


Yoksulluk nedir?

Birleşmiş Milletler Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar Komitesi yoksulluğu şu şekilde tanımlıyor: “Yoksulluk, yeterli bir yaşam standardının yanı sıra diğer medeni, kültürel ekonomik, siyasi ve sosyal haklar için gerekli olan kaynaklardan, yetilerden, seçilerden, güvenlikten ve güçten sürekli ya da kronik olarak yoksun kalmakla karakterize olan durum olarak tanımlanabilir." Bu tanım Amartya Sen’in “yapabilirlikten yoksunluk” olarak adlandırdığı olguyla da örtüşüyor. Sen’e göre yoksulluğun yok edilebilmesi için insani gelişmişliği sağlamalı ve kendilerini gerçekleştirmek için kişilere uygun şartlar yaratılmalıdır. Bir başka deyişle bir mekanizma tarafından şartların eşitliği sağlanmadığı sürece haklarını kullanma ve talep etme durumu da sağlanamamış oluyor. İnsani gelişmişliğin eşit ve hak temelli sağlanabilmesinin yolu da bu mekanizmanın rolünü devletin üstlenmesiyle gerçekleşir. Devlet hem kişilere engel olmamalı, engelleri kaldırmalı bir taraftan da uygun şartları sağlamalıdır.
Yeni yatırım alanlarının ortaya çıkması ve emeğin de küreselleşmesi istihdam kaybına yol açarken “yeni yoksulluk” un çözümü sadece istihdam sağlanmasıyla da olanaklı olmamaya başladı (Buğra 2003). Türkiye özelinde ele aldığımızda bölgesel ve cinsiyete yönelik eşitsizlikler, gelir dağılımındaki ciddi farklılıklar, eğitim, sağlık ve barınma hakları bir seviyeye kadar devlet tarafından sağlanıyor olsa bile yurttaşların eşit olarak bu haklara ulaşım imkanı bulamaması yoksulluğun nedenleri arasında sayılabilir. Bu anlamda çözümü sosyal politikalarda arama ve bu yolla şartları dengelemeye çalışma devletin misyonu haline gelmelidir.
Yoksulluk tartışmaları, temel ihtiyaçların belirlenmesi ve minimum standartların sağlanması üzerine gelişti. Dolayısıyla temel ihtiyaçların başkaları tarafından yoksullar adına karar verildiği bir süreç işledi. Kişilerin yoksunluklarını kendilerinin belirleyeceği bir sistem olması gerektiği ortaya çıktı. Bu sistem ihtiyaçların lokal ve çok boyutlu olduğu varsayımına dayanıyor. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler de gelişmişliği endekslerken sadece ekonomik temelleri baz almıyor, insani yönünü de göz önüne alıyor. İnsani Gelişmişlik Endeksi yukarıda bahsettiğimiz yapabilirliği göz önüne alarak kriterlerine yaşam süresi, okuma-yazma oranı ve erişimi, sağlık hizmetlerine ulaşabilirliği, cinsiyet eşitliği vb. dahil ediyor. Örneğin UNDP’nin sunduğu 2006 yılı verilerine göre, Türkiye GSYİH (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla) baz alındığında 177 OECD ülke arasında 70. sırada iken İnsani Gelişmişlik Endeksi baz alındığında 92. sıradadır. Tam tersine Küba GSYİH’da 93.sırada iken İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde 50. sıradadır. Bu da bize göstermektedir ki insani gelişmişlik kaynakların kıtlığı ile değil nasıl kullanıldığı ile ilgilidir.
Neden yoksullukla mücadele?
İnsanlığın en yoksul yüzde kırk altısı küresel gelirin yüzde 1,2’sine sahip (Pogge 2002, s.334). Türkiye’de ise durum nüfusun en zengin %20’si toplam hane gelirinin %44, 4’üne sahip, en yoksul %20’si toplam hane gelirinin % 6,1 ‘ine sahip. Bu rakamlar silsilesi bize eşitsizliğin ne kadar derin olduğuna dair bir fikir vermekte. Nüfusun en yoksul kesimleri toplam gelirin çok az bir kısmına sahipler. Buna karşılık nüfusun çok küçük bir kesimi, gelirin büyük bir kısmına sahip. Bu eşitsizlik ve adaletsizlik ile ilgili sorun ortaya atıldığında, verilen cevap genelde “Başka Alternatif Yok.” olmakta. Çözüm alternatifleri değişik yollarla sunulabilir. Yapmamız gereken, öncelik belirlemek ve adalet adına bir tutum geliştirmek. Örneğin, toplam küresel gelirin en yüksek %1’lik değeri, Dünya Bankası’nın günlük 2 dolar olarak belirlediği yoksulluk sınırının altında yaşayan 2 milyar 800 milyon insanı bu sınırdan kurtaracak gelir miktarına denk gelmektedir. Söz konusu miktar, ABD’nin yıllık savunma bütçesine veya yıllık ham petrolün piyasa değerinin yarısına denk gelmektedir (Pogge 2002, s.334). Devletlerin adalet adına tutum geliştirmeleri yönünde baskı yapmak gerekmektedir.
Neler Yapılıyor?
Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı (EAPN) ; 1990’dan beri 22 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelmesiyle oluşan bir işbirliğidir. Yoksullukla mücadeleyi Avrupa Komisyonu’nun ve kamuoyunun gündemine taşımayı, sosyal içermeyi yasalara dayalı haklar yoluyla başarmayı hedefliyor.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, yoksulluk alanında çalışan akademisyenlerden oluşan bir merkez. Yoksulluk, nedenleri ve çözüm önerileri üzerine araştırma yapıp veri topluyor. Bu yolla yoksullukla mücadelenin olabilirliği ve nasıl olabileceği üzerine politikalar üretiyor.
Kanada’da bireysel bir savunuculuk faaliyeti olarak Kate Turner tarafından başlatılan e-posta vergisi talebi de yoksullukla mücadele için üretilmiş bir fikir. Gittikçe yaygınlaşan e-posta yolunu kullanan dünya üzerindeki herkesten devlet tarafından kesilecek çok cüzi bir miktar verginin devletler üstü bir mekanizmada toplanarak dünyadaki yoksullara dağıtılması fikrini ortaya atmaktadır. E-posta yoluyla bunun savunuculuğunu yapmaktadır.
Bir başka örnek de, Küresel Kaynaklar Kar Payı (KKKP) diye adlandırılmış bir küresel adalet modelidir. Küresel yoksulların gezegen üzerindeki doğal kaynaklar üzerinde hak sahibi olduğu varsayımına dayanır ve devletlerin ve hükümetlerin doğal kaynakları kullandığında ya da sattığında onlardan küresel yoksullara kar payı bırakması gerektiğini savunur. Mevcut sistemi dışlamayan bu model, aradaki uçurumu gidermek için doğal kaynakların hepimizin olduğu üzerine temellendirilmiştir (Pogge 2002, s.321).
Türkiye’de Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu kapsamında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile birlikte yoksullukla mücadeleye girişilmiş ancak herhangi bir kampanya ya da proje yapıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Aynı zamanda 2007 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Türkiye Ekibi tarafından Milenyum Proje Hedefleri kapsamında yoksulluğun azaltılması hedefi güdülerek bölgesel farklılıkların giderilmesi üzerine faaliyete geçmiştir ancak somut bir adım bulunamamıştır.
Var olan dünyanın ve eşitsiz sistemin devamlılığının kaçınılmaz olduğuna inanmıyoruz ve alternatifler üzerine yapılan çalışmaların, araştırmaların ve verilerin daha ayrıntılı incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Yoksulluğun yapabilirlikten yoksunluk olarak tanımlanıp insanca yaşamaya dair ahlaki ve politik bir pozisyon alınması gerektiğine ve bu pozisyona göre hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Sadece kişilerin haklara sahip olması ve daha çok seçeneğinin olması değil,o hakları kullanabilmesi için gerekli yolların hak temelli ve eşit olarak devlet tarafından açılması gerektiği kanaatindeyiz. Yoksulluğun çok büyük bir dert olduğunu ve yoksullukla mücadelenin mümkün olduğunu, başka bir deyişle, başka bir dünyanın mümkün olabildiğini düşünüyoruz.

KAYNAKÇA


Balkan Neşecan, Sungur Savran. (2003) “Neoliberalizmin Tahribatı” , Metis Yayınları
Buğra, Ayşe , Çağlar Keyder (2006) “Sosyal Politika Yazıları”, İletişim Yayınları
Buğra Ayşe, Çağlar Keyder (2005) “Poverty and Social Policy in Contemporary in Turkey”, Boğaziçi Üniversitesi Social Policy Forum, January
Buğra, Ayşe , Çağlar Keyder (2003) “Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi”
Işık, Oğuz, Melih Pınarcıoğlu (2001) “Nöbetleşe Yoksulluk”, İletişim Yayınları
Pogge, Thomas (2002) “Küresel Yoksulluk ve İnsan Hakları”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, çeviren Güneş Kömürcüler.
Sen, Amartya. (1999) “Development as Freedom”, New York: Alfred A. Knopf.
www.eapn.org
www.die.gov.tr
www.spf.boun.edu.tr
www.stk.bilgi.edu.tr
www.undp.org.tr
www.undp-povertycentre.org

Thursday, July 12, 2007

bisiklet?

Tek başına süzülmek bisikletle, çocukken bindiğin salıncaktaki rüzgarın aynısı daha hızlısı ve artık manevra sende,oohh yokuş aşağı, hareket kabiliyetin bile var büyüdün salıncak yok şimdi. Çok seviyorum bisiklete binmeyi, çok seviyorum hele ki dört tarafım denizken bisiklete binmeyi, çok seviyorum o hissi , ne diyeyim birileri benden önce süper yazmış zaten:

BİSİKLET NEDİR?

• Eşitliktir: Bazen o sizi taşır, bazen siz onu.
• Özgürlüktür: Ferman padişahın, dağlar bizimdir.
• Kardeşliktir: Bir ağaç gibi tek ve hür öte yandan.
• Tevazudur: Estağfurullah beri yandan.
• Çocukluktur: Hayatla izdivacın balayı günlerinden.
• Aylaklıktır: Akreple yelkovana nispet.
• Sükunettir: Ne der filozof: gürültü, zekayla ters orantılıdır.
• İdraktir: Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık.
• Rüyadır: Üç yaşında başlar, hayat boyu sürer.
• Hayal gücüdür: Durduğunda devrilir.
• Dengedir: Statükoyla alakasız.
• Şeytan arabasıdır: İtaat mi, o da kim?
• Aşktır: Her bahar sırtınızı ürpertir.
• Libidodur: Düz duvarlar sizindir.
• Bahardır: Papatyalarla aynı nebatattan.
• Yazdır: Yaz yaz bitmez bir metnin iki noktası.
• Kıştır: Her mevsim Vivaldi.
• Kendisidir: Doğan görünümlü Şahin değil.
• Devrimdir: Gerçekçi olur imkansızı ister.
• Ütopyadır: Ayaklar hep havada.
• Kırmızıdır: Hayali cihan değer, hele bir ihtimal iken.
• Muhaliftir: İktidara müdanasız.
• Mesttir: Ömer Hayyam'ın üzüm suyundan.
• Bir lokma bir hırkadır: Derviş soyundan.
• Şehrazat'tır Bağdat'ta: Binbir geceden süzülür.
• Kerameti kendinden menkuldür: Bir bilen bilir, bir de binen
• Bi tur versenedir: Boş arsaların rant'a yenik düşmediği
zamanlardan.
• Aşüftedir: Yoldan çıkartır.
• Mor Külhanidir: Kendi kendine çalan bir davul zurna.
• Rosinantedir: Don Kişot'un altında olsaydı değirmenler bizimdi.
• Rüzgargülüdür: Kır evinin verandasında.
• Yelken, balık dümen, su: Hepsi birdendir.
• İsyandır: Bush'u iki kere dehledi üzerinden.
• Şarabi eşkiyadır: Şan verir ortalığa her bahar.
• Köroğludur: Otomobil icat olur mertlik bozulur.
• Tek kişilik karnavaldır: Dünyanın sokaklarından.
• Müslüman mahallesinde salyangozdur: Eyvallahı yoktur aleme.
• Kel-alakadır: Bütün bağlamlardan muaf.
(Aydan çelik' in yazısıdır. Birgün gazetesi Bisiklet özel eki, TBF sitesinde yayınlanmış ve TBHF sitesinden alınmıştır.)

Çok sıkılmış, herşeyden bunalmış, beklemelerden ya da ertelemelerden yorulmuş haldeyken imdada yetişir, alır, götürür, ayaklarınızı yerden keser:) Bana öyle yaptı...

Tuesday, July 10, 2007

disk-chp...

Çok güzel yazmışlar duygularıma, düşüncelerime tercüman olmuşlar. Bianette okuduğumda tıkanıp kalmıştım zaten. DİSK nasıl CHP-DSP ye destek verir ki diye ağzım açık kalmıştı. Sağ nerde sol nereye, sendikacılık nedir kime denir???? Bugünkü Bianette Aziz çelik belki bağımsız sol kaale alır işçileri yazmış ee haklı da. Hala Meclise ufuk gerek benim tarafta. Ne kadar bunlar çok propoganda yaptı ay sorostan para alıyorlar bunlar bölücü vs. gibi yorumlar hızla artmaktaysa da, insanların, özellikle gençlerin bağımsız sol adaylar için neden çalıştığını sorgulamaya başlayan bir paranoya mevcut olsa da, ufacık da olsa fikirlerime tercüman olacak birilerinin mecliste olması fikri, en azından gündeme yeni birşeyler sokabilecek olabilecekleri fikri beni çok heyecanlandırıyor.

Çağdaş Hukukçular Derneği DİSKe cevap yazmış, hiç de fena olmamış, sizle de paylaşayım:

BASINA VE KAMUOYUNA
22 Temmuz günü yapılacak olan milletvekili seçimleri için yine kıyasıya bir yarış başladı. Bugüne kadar defalarca iktidar olmuş parti ve zihniyetler, İMF politikalarını uygularken kol kola girmiş, mevcut iktidar ülke varlıklarını sermayeye peşkeş çekerken izlemekle yetinmiş, katliamlara seyirci kalmış yargısız infazları açığa çıkarmak için kılını bile kıpırdatmamış lafın özü aynılar arasında bir kıyasıya yarış bu.
Bugüne kadar hükümet olmuş hangi parti vaatlerini yerine getirmiş ve parti programlarını harekete geçirebilmiştir? Başka bir değişle hangi hükümet uzun vadeli İMF politikalarını uygulamayacağını, imzalanmış uluslararası sözleşmeleri feshettiğini, yerli ve yabancı sermayeye satılan ülke kaynaklarını geri alacağını söyleyebilir? Bunları yapabilir değil bunları söyleyebilir? Hükümetler ancak program yaratıp uygulayabildiklerinde gerçekten iktidardırlar.
Demokrasinin yapıtaşları olarak gördüğümüz sendika, oda ve diğer demokratik kitle örgütlerinin görevi seçilecek 5 yıllık hükümetler demokrasisinden çok uzaktır. Ülke gerçeğinin farkında olarak, çözümün örgütlenme ve hak arama bilincinde araması gerekirken DİSK ve KESK gibi emek örgütleri CHP’ye oy verilmesi için işaret buyurmaktadırlar.
DİSK ; “ ABD emperyalizminin savaşçı politikalarını, IMF ve Dünya Bankası’nın, ulusal ve uluslararası sermayenin istemleri doğrultusunda ekonomi politikaları, Türkiye’de uygulayan sermaye partilerine oy verilmemesi,
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar gözetilerek, Cumhuriyet’in temel ilkeleri temelinde seçime birlikte giren CHP-DSP işbirliğinin işçi ve emekçi halkın kimi ekonomik, demokratik ve siyasi taleplerine programında yer vermesi de dikkate alınarak desteklenmesi” hakkında aldığı Yönetim Kurulu kararını açıklamıştır.
Biz Çağdaş Hukukçular tabi ki ABD emperyalizminin savaşçı politikalarını, IMF ve Dünya Bankası’nın, ulusal ve uluslararası sermayenin istemleri doğrultusunda ekonomi politikaları, Türkiye’de uygulayan sermaye partilerine oy verilmemesi cümlesinin altına imza koyarız. Ancak iki yargıdan birinin doğru olması diğerini doğrulamaz.

Açıklama yapan bu emek örgütlerine şunu da sorma gereği duyarız.
IRAK SAVAŞI KİMİN SAVAŞIDIR. ? ABD Emperyalizminin savaşçı politikalarının ta kendisi değil midir ? Bu savaşa katılmak için tam destek verenler kimlerdir?

DİSK İşçi ve emekçileri CHP ye oy vermeye çağırırken “CHP-DSP işbirliğinin işçi ve emekçi halkın kimi ekonomik, demokratik ve siyasi taleplerine programında yer vermesini” gerekçe olarak göstermiştir.


Bu gün sermaye emekçilerden nasıl oy isteyecektir ? İktidara gelirsek var olan tüm haklarınızı gasp edeceğiz. Temel hak ve özgürlüklerinizi elinizden alacağız, Birlik mücadele ve dayanışma gününüz olan 1 Mayısta alanlarda sizleri gaz bombaları ile karşılayacağız, en doğal ve meşru taleplerle toplanma hakkınızı kullandığınızda sizi terörist ilan edip F tipi cezaevlerine koyacağız, hazırladığımız baskı yasaları ile canınıza okuyacağız diyerek mi? Tabi ki hayır.

Eğer yalnızca programlarına bakarak oy vereceksek İşçilere “EZİLENLERİN İKTİDARINI KURACAĞIM” diyen GENÇ PARTİYE oy vermelerini mi söylemeliyiz. Örneğin bunu söyleyenlerin kendi işçilerine neler yaptığına bakmayacak mıyız? Yoksa bu parti dâhil olmak üzere sermayeden yana tüm partileri teşhir edip işçilerin gerçek kurtuluş yolu mu anlatılmalı. Sendikaların hele hele adı “Devrimci” işçi sendikaları olan bir konfederasyonun işçiyi aydınlatma ve bu tarz oyunlara gelmesini engellemek gibi bir görevi yok mudur?

Evet oy vermek için zihniyeti on yıllardır iktidar olan bir partiyi işaret ediyorsunuz.Bu işin siyasal sorumluluğunu taşıyabilecek misiniz.?

Aynası iştir partinin lafa bakılmaz. Bizde bu partilerin aynasına bakalım neler yapmış neler yapmamışlar. Özce kimden yana partilermiş.
Siz emekçi halkımıza siyasal tercihlerini kullanırken ,
Özelleştirmelerde, işten çıkarılmalarda,
Ülke kaynaklarının yabancı sermayeye peşkeş çekilmesinde
Asgari ücretin belirlenmesinde ve vergi dışı bırakılmamasında Sendikal hakların gasp edilmesinde
Maraş, Gazi, Çorum katliamında, Sivas yangınında, linç saldırılarında
Köylerimizin yakılıp boşaltılmasında
F- Tipi tecritte insanlar can verirken
Halka karşı BASKI YASALARI çıkarılırken
Ve özellikle Programına Ana dilde eğitimi aldığı için bir sendika kapatılırken
1 Mayıs’ta Taksim alanı işçi ve emekçilere yasaklanırken,
Bu partilerin ne yaptığını anlatmayacak mısınız?
Biz ne CHP’nin ne de diğer partilerin bizim gündemimiz olan konulardaki tutumunu UNUTMADIK , UNUTTURMAYACAĞIZ.
Hepimiz bu olayların tanığıyız.
Büyük idealleri göz ardı etmeyin, emekçilere gerçekleri söyleyin
Bu gerekçelerle bir kez daha hatırlatma gereği duymaktayız. İşçi ve Emekçilerden yana politik anlayışınız bu ise bulunduğunuz yeri bir kez daha gözden geçirmeniz gerekecektir.
Bulunduğunuz yerin Varlık nedenini unutmayın. 09.07.2007

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi

Monday, July 2, 2007

bugün kara...

Bugün 2 Temmuz. Çok da oldu buraya yazmayalı. Sabah alarmı kurduğum halde telefonun şarjı bittiği için uyanamadım. Hrant Dink'in katillerinin duruşması vardı. Daha önce de utanmıştım niye orada değildim diye yine utandım ama orada neler olduğunu öğrendim biraz. Çok sayıda insan varmış hala mevzu unutulmamış hala sıcak. Bugün Madımak otelinin yakılmasının da 14. yıldönümü. İnsanların biraraya toplandığı bir mekanı ve içindeki tüm aydın denilen ve bir grupça nefret edilen insanları yakmak.. nasıl bir ruh haliyle yapılabilir düşünmek gerek. Mevzuyu aktarak gerekirse kısaca:

"Sivas Madımak Olayı veya Sivas Katliamı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 35 yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pekçok aydının yanı sıra Aziz Nesin ve Ozan Türkyılmaz bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti.

2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinde çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.

Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10.000'e ulaşan saldırgan grup, Kültür Merkezi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na geldi. Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlayan grup ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam etti. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak Oteli'ne sıçrayan yangın sonunda otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen,Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin,Ozan Türkyılmaz'ın bulunduğu 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin'i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.

Olaylar sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ile 2 saldırgan yaşamını yitirdi. Gene olaylar sırasında Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk büstü tahrip edildi. Akşam saatlerinde valilikçe ilan edilen ”2 günlük sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hakimiyet sağlayabildi."(wikipedia)

Saygıyla anmak lazım içerde hayatını kaybeden insanları ve unutmamak lazım bu ülkede böyle şeyler oluyor. Kim olursa olsun fikirleri yüzünden yakılamaz, kim olursa olsun fikirleri yüzünden kurşunlara hedef olamaz. ,
* Hrant Dink- 53 yaşında, gazeteci
* Muhibe Akarsu - 35 yaşında, Muhlis Akarsu'nun eşi
* Muhlis Akarsu - 45 yaşında, sanatçı
* Gülender Aka - 25 yaşında
* Metin Altıok - 52 yaşında, şair, yazar
* Ahmet Alan - 22 yaşında
* Mehmet Atay - 25 yaşında, gazeteci
* Sehergül Ateş - 30 yaşında
* Behçet Aysan - 44 yaşında, şair
* Erdal Ayrancı - 35 yaşında
* Asım Bezirci - 66 yaşında araştırmacı, yazar
* Belkıs Çakır- 18 yaşında
* Serpil Canik - 19 yaşında
* Muammer Çiçek - 26 yaşında, aktör
* Nesimi Çimen - 67 yaşında, şair, sanatçı üç telli curanın son ustası
* Carina Cuanna - 23 yaşında, Hollandalı gazeteci
* Serkan Doğan - 19 yaşında
* Hasret Gültekin - 22 yaşında şair, sanatçı, şelpe tekniğinin önderi
* Ozan Türkyılmaz -20 yaşında,araştırmacı tarihci ve düşünür (Hasret Gültekin'in öğrencisi)
* Murat Güneş Murat Gündüz - 22 yaşında
* Gülsüm Karababa - yaşında
* Uğur Kaynar - 37 yaşında, şair
* Asaf Koçak - 35 yaşında, karikatürist
* Koray Kaya - 12 yaşında
* Menekşe Kaya - 17 yaşında
* Handan Metin - 20 yaşında
* Sait Metin - 23 yaşında
* Huriye Özkan - 22 yaşında
* Yeşim Özkan - 20 yaşında
* Ahmet Öztürk - 21 yaşında
* Ahmet Özyurt - 21 yaşında
* Nurcan Şahin - 18 yaşında
* Özlem Şahin - 17 yaşında
* Asuman Sivri - 16 yaşında
* Yasemin Sivri - 19 yaşında
* Edibe Sulari - 40 yaşında, sanatçı
* İnci Türk - 22 yaşında
* Kenan Yılmaz - 21 yaşında
(kaynak: wikipedia)

bir de buraya bakın...http://www.hrantdinkcinayeti.net/

Ben sosyal haklar eğitiminden yeni döndüm. Çok güzel bir eğitimdi.Yeniden sahada olmak, yeniden başka başka yerlerden haberler almak yerele dair.Herşey o kadar acil ki sorunlar o kadar kökleşmiş ki insan aklı çalışsa ve yaratıcı olsa ama o kadar iç karartıcı ki tablo. Bir bok olmaz deyip enseyi karartıyorsun ki bu da seni /beni pelte kıvamında mutsuz işe yaramaz/ işe yaramayacağını düşünen BİREYLER yapıyor. BİREY demek istiyorum çünkü hepimiz biriz (sayı olan bir -1-) ve toplanınca birşey demek oluyoruz talep ederken. Yoksa kimse kendisinden feragat etmek zorunda değil, kendi değer yargılarımız, kendi hobilerimiz, kendi çıkarlarımızın, kendi hayatlarımızın olmasına engel değil topluca hareket etmek bence. Eğer umutsuz bireyler olursak değer yargılarımızın imkansızlığıyla başbaşa kalır ya kendimizi satarız ya değer yargılarımızdan vazgeçeriz ya da durur düşünür olabileceğin en iyisini yapmaya çalışırız. EVET UMUTSUZUM VE UMUTLU OLMAK İSTİYORUM. ( işe yarar belki , belki çatlaklar açar yandaşlarım.Belki benim bir katkım olur onlara, yandaşlarıma.)MİNİMUM ORTAKLIKLARDA BULUŞSAK NASIL OLUR Kİ???

00.12