Monday, February 25, 2008

Monday, February 18, 2008

çatırdıyor mu?

30 yıldır hiçbir bankasını kamulaştırmayan İngiltere'de ne oldu da bir banka kamulaştırıldı sadece bu habere bakıp anlamak çok zor.İşin daha da tuhaf kısmı deminden biri birçok gazeteye BBCye vs. baktım sadece milliyette bir küçük haber gördüm, bir de hürriyette. Radikalde, Birgün'de ya yaok ya da ben göremedim. BBCde bütün sayfalar Kosovayla dolu, bu haberi arayıp bulmanız gerekiyor. Neden acaba diye düşünmek gerek herhalde biraz daha ya da ben paranoyaklaştım. neyse haber bu, sistem çatırdıyor mu ne? yoksa çatırdaması kaçınılmaz mı zaten? Çoook araştırılıp bakılması gereken bir konu ve örnek gibi duruyor. ben de buraya nıtunu düşeyim istedim...

İngiltere'nin 5. büyük emlak bankasına el kondu
Nakit sıkıntısı çeken ve kredi bulmakta sıkıntı çeken Northern Rock, kamulaştırıldı. Devlet, bankayı kurtarmak için 25 milyar sterlin borç vermişti
DIŞ HABERLER SERVİSİ


Mortgage krizinden ağır yara alan İngiliz emlak kredi bankası Northern Rock'a devlet el koydu.
Maliye Bakanı Alistair Darling dün yaptığı açıklamada, İngiltere'nin beşinci büyük emlak kredi kuruluşunun, "geçici bir süre için kamu mülkiyeti altına alındığını" söyledi.
Darling hükümetin, bankayı devralmak için The Virgin Group'tan ve bankanın kendi üst düzey yöneticilerinden gelen iki teklifin de geri çevrildiğini kaydetti. Bakan Darling bu iki teklifin, teklifi verenlerin bankanın ihtiyaç duyduğu nakit parayı sağlayamayacaklarını düşündükleri için geri çevrildiğini söyledi. Darling, "işler yoluna girdiğinde banka yeniden özel sektöre devredilecektir" dedi.
Geçen ağustos ayında gerçekleşen mortgage krizinin ardından oluşan panik ortamında tasarruflarını kaybetmekten korkan Northern Rock'taki mevduat sahipleri, paralarını çekmek için bankanın şubeleri önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Nakit sıkıntısı çeken ve uluslararası piyasalardan da kredi bulmakta sıkıntı çeken bankaya İngiltere Merkez Bankası'nın geçen eylül ayından beri 25 milyar sterlin borç verdiği belirtiliyor.
1970'li yıllardan beri İngiltere'de hiçbir bankanın kamulaştırılmadığına dikkat çeken uzmanlar, hükümetin dünkü kararının Başbakan Gordon Brown için önemli bir prestij kaybı anlamına geldiğini vurguladı.

yine yeni yeniden çok iyi bir yazı...

İki farklı taraftan gelen iki farklı ses ama aynı şeyi söylüyor:

SÖZ KONUSU ÖZGÜRLÜKSE HİÇBİR ŞEY TEFERRUAT DEĞİLDİR BİZ HENÜZ ÖZGÜR OLMADIK...

Özgürlük ve teferruat

Yıldırım Türker

18/02/2008 (7421 kişi okudu)

Vatan söz konusuysa, ülkenin bölünmez bütünlüğü söz konusuysa diye söze başlandığında; velhasıl burada itişe kakışa hayatta kalmaya çalışırken tepemizde sallandırılan kimi paslı kılıçlar her çekilende bizim kaygılarımızın teferruat olduğu söylenegelir.
Özgürlük adına, insan hakları ve eşitlik adına her söz aldığımızda teferruat muamelesi görmeye alışkınız vesselam.
Zehirli Çiçek, '301 halkın sorunu değil' derken bu maddeyle başına iş açılan, katil beslemelere hedef gösterilenlerin bir avuç kendini bilmez olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
301, ona kalırsa bir teferruattı.
Yaralıları toplam nüfusa vurulduğunda kayda değer bir yüzde çıkmıyordu.
Başörtüsü tartışmalarında da gelinen nokta, üniversitelerde mağdur olan genç kız sayısının ne kadar düşük olduğunu çeşitli araştırmalarla gösterip, böylesi bir teferruatın gündemimizi rehin almasına itiraz etmek. AKP'nin Şark usulü fırsatçılığına itirazlarını dile getirenler oldu. Ne laikçilere ne de İslamcılara yaranabilen bu grup hak ve özgürlüklerin öncelikler ve önem sırası güdülemeyecek bir alan olduğunun altını özenle çiziyordu. Öte yandan her iki taraftan da gönüllü sayım memurları işbaşındaydı.
Bu konuda, bana kalırsa son sözü söyleyenler, imzaya açılmış bir metinle karanlık görünen geleceğimize güçlü bir ışık olan bir grup başörtülü kadın oldu. Onların metnini, ola ki ulaşamadıysanız, birlikte okuyalım istiyorum. Derin bir soluklanıp yeniden başlayabilmek için:
"SÖZ KONUSU ÖZGÜRLÜKSE HİÇBİR ŞEY TEFERRUAT DEĞİLDİR BİZ HENÜZ ÖZGÜR OLMADIK...
Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.
Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız. Ta ki:
Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan,
Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan,
301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan, Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan, Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden, Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden, Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden, Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılmadan...
Kısacası;
12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni, sivil bir anayasaya yapılmadan mutlu olamayacağız.
Birimizin diğerimiz için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiçbir özgürlük tam özgürlük değildir.
Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız.
Unutulmamalı ki; 'Gökler ve yer adaletle ayakta durur.' (Hz. Muhammed)"

En korkunç teferruat
Başta Kaos GL olmak üzere eşcinsel örgütler, anayasa değişikliği gündeme geldiğinden beri çırpınıyor. Eşcinsel hakları için mücadele veren bu örgütler çoğunluk 'müstehcen' yaftasıyla baskı altında tutulup hak ve özgürlük mücadelesi alanından kovuluyor.
Özgürlük mücahidi AKP'den değerli Burhan Kuzu'nun yakın zaman önce yaptığı bir açıklama, temsilcisi olduğu görüşün 'kırmızı çizgi'sini ilan ediyordu.
Türkiye'nin bütün eşcinsel dernekleri, kurmuş oldukları Anayasa LGBTT Komisyonu imzası altında bir basın bildirisi yayımladı. Bildirinin bir bölümünü aktarıyorum:
"Bugün TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'nun Milliyet gazetesinde yayımlanan 'Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!' açıklaması hükümetin eşcinsellerin taleplerini görmezden gelen ayrımcı politikasını da doğruluyor.
Hükümet, AB reformları ve son dönem 'Sivil Anayasa' tartışmaları sürecinde, eşcinsellere karşı, en azından nefret söylemi üretip yaymıyor görünüyordu. Bugün ise hükümet sözcülerinin yaptıkları açıklamalar, şimdiye kadar sürdürülen sessizliğin eşcinselleri inkârdan kaynaklandığını göstermiş oluyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, yine içinde bulunduğumuz dönemde yapmış olduğu, 'Batı'dan ahlaksızlık aldık' açıklaması da eşcinseller olarak kaygılarımızı iyice arttırıyor.
Eşcinsellik suç olmadığı halde yıllarca 'suçlu' muamelesi gördük.
Sırf cinsel yönelimimizden dolayı kadın ve erkek eşcinseller olarak temel insan haklarından mahrum bırakıldık ve her türlü ayrımcılığa maruz kaldık.
Sırf eşcinsel olduğumuz için ifade ve örgütlenme hürriyetlerimiz 'genel ahlak' ablukası ile kuşatıldı.
Baskılandık, engellendik, dergilerimize, derneklerimize dava açıldı, engellemeler ve davalarımız halen sürüyor.
Sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerimizden dolayı işe alınmıyor, çalıştığımız işlerden atılıyor, mesleklerimizden men ediliyoruz.
Sırf eşcinsel olduğumuz için eğitim hakkımız engelleniyor. Sırf eşcinsel olduğumuz için yaşam hakkımız gasp ediliyor, şiddete maruz
kalıyoruz, öldürülüyoruz. Eşcinsel öldürdükleri için mahkemeler katillerimize ceza indirimi sunuyorlar.
Çok merak ediyoruz: 'Eşcinsel' dendiğinde Sayın Kuzu'nun kafasında acaba ne canlanıyor ve hükümetin, cinsel yönelim ayrımcılığını savunmasından ve sürdürmesinden ne gibi bir politik çıkar bekliyor?
Eşcinsellerin anayasal eşitlik ve özgürlük talepleri, önyargılara kurban edilecek fanteziler değildir. Eşcinsel kadınlar ve erkekler olarak yaşam hakkı, çalışma hakkı, eğitim, ifade ve örgütlenme haklarımızın ihlal edilmemesini ve yasal güvence altına alınmasını istiyoruz. Sırf cinsel yönelimimizden dolayı en temel insan haklarından mahrum bırakılmayı kabul etmeyecek ve eşitlik için 22. yüzyılı beklemeyeceğiz.
Anayasa LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transeküel) Komisyonu olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasının tüm vatandaşlarının insan haklarını koruyan ve tüm ayrımcılıkları önleyen maddeleri içerecek şekilde düzenlenmesini önemsediğimizi ve talep ettiğimizi bir kez daha hatırlatırız.
Sivil Anayasa'da, "eşitlik"i düzenleyen maddeye, "cinsiyet"in ardından
"cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği" ibareleri eklenmelidir."
Kaos GL de bir başka bildirisinde taleplere açıklık getiriyor:
"Gey-Lezbiyenler olarak yıllardır eşcinselliğin sadece cinsellikten, cinselliğin de sadece pornografiden ibaret olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye'de eşcinsellik, yasalarda "suç" ya da "hastalık" olarak görülmediği halde devletin resmi kurumları kendi alanlarından hareketle eşcinselliği baskılayabiliyor. Anayasa'nın
10. maddesine "cinsel yönelim" ibaresinin eklenmesini, sadece lokantada rahatça kebap yemek için değil ekonomik, sosyal, kültürel olarak hayatın her alanında sırf cinsel yönelimimizden dolayı maruz bırakıldığımız ayrımcılığa karşı hakkımız olan eşitlik ve adalet için istiyoruz. Eşcinseller olarak hakkımız olan eşitlik ve adalet taleplerimiz popüler kültür araçlarıyla magazinleştirilirken yasal düzenlemelerdeki muğlaklaştırmalarla da yeniden görünmezliğe mahkûm ediliyor."
Toplumun bir kesiminin eşitlik talebi karşısında "Tabii ki vermeyeceğiz" diye böbürlenebilen siyasetçilere, bu konuyu hayatımızın inkârı elzem bir teferruatı olarak görenlere duyurulur.

Saturday, February 16, 2008

hass- yıldırım türker'den

Not-different-in-kind nefret çeşitleri...

Hass

Hass
Almanya'da en son yaşanan yangın olayında da evin duvarında 'hass' yazısı vardı.
Bir kişiyi ırkı, rengi, etnik kökeni, uyruğu, dini, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi, yaşı, fiziksel ya da zihinsel engelleri nedeniyle hedef alan saldırılara nefret suçu deniliyor

10/02/2008 (1496 defa okundu)

YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)
Kapı eşiğine kazınmış bir kelime. Evleri kundaklanan, çoluk çocuk ateşe verilen Türklerin kapısında bulanan bu tıslamalı kelime: Nefret! SS harfleri elbette gamalı haçın kolları gibi yazılmış. Tarihe geçmiş en kanlı nefret örgütlenmelerinden birinin adına gönderme.
Nefret suçunun tanımına bir bakalım.
Bir kişiyi ırkı, rengi, etnik kökeni, uyruğu, dini, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi, yaşı, fiziksel ya da zihinsel engelleri nedeniyle hedef alan saldırılara nefret suçu deniliyor. Nefret suçları, sözlü tacizden tehditkâr davranışlara, ad ve lakap takmaktan posta ve telefonla rahatsız etmeye, fiziksel saldırıdan mülküne tecavüze, kundakçılıktan aşağılayıcı duvar yazılarına kadar geniş bir alana yayılıyor.
Hayatımızın her alanında nefret suçlarının karasularında kulaç atıp nefret suçlarıyla iç içe yaşadığımızı, yadırgamaktan geçtim yadırgayanları nanemolla bulduğumuzu biliyoruz.
Devlet kademelerinde post tutanlardan kamuoyundan sorumlu basınımıza kadar herkesin suçlu olduğunu hatırlatmak yeterli.
Birkaç hafta önce Yeni Şafak gazetesinde Ergenekon tutuklamaları üstüne farklı bir haber çıktı. Haber şöyle başlıyordu: "İstanbul Terörle Mücadele ekiplerinin çökerttiği Ergenekon terör örgütünün Nobel Ödüllü romancımız Orhan Pamuk'u öldürmesi için tuttuğu eşcinsel tetikçi Selim A.'nın yazarın evi ve sık sık gittiği Beyoğlu'ndaki Refik adlı restoran çevresinde istihbarat ve keşif çalışmaları yaptığı ortaya çıktı."
Yeni Şafak, rakiplerine nal toplatarak yakalanan tetikçinin cinsel yönelimini araştırmış, okuruna duyuruyordu. Burada besbelli yazı işlerine tuhaf gelmemiş tuhaflık, bu bilginin son derece gereksiz olmasıydı. Ama elbette onların bir bildiği vardı. Böylesine korkunç bir eylemin eşiğinde başarılı hükümetin başarılı operasyonuyla başarıyla kıstırılan bir bozguncunun, kendisi ilan etmediyse gazeteye nasıl yansımış olduğu belirsiz cinsel kimliği, fevkalade iç gıcıklayıcıdır. Aynı zamanda muhafazakâr okurların da kendi hayatlarının sağlamasını yapabileceği, muhafaza ettiklerinden gurur duyabileceği bir ayrıntı.
Ama her şeyden önce bir cinsel yönelimi dıştalayıcı, ötekileştirici, eni konu ayrımcı bir ideolojiyi dillendiriyor bu bakış. Teröristi aşağılamak, onu okurun gözünden düşürüp 'bir kopuk' olarak yaftalamak için seçildiği belli bu ayrıntının.
Terörle savaş konusunda kullanılan psikolojik aygıtların başında geliyor cinsellik. 11 Eylül saldırısının hemen ardından 11 Eylül teröristlerinin seks hayatı üstüne öylesine revnaklı öyküler sızdırılmıştı ki dolaşıma. Hatırlarsınız, uygarlığın terörist üstüne inşa ettiği senaryonun ayrıntıları, geleneksel motiflerden vazgeçmiyordu elbet. Cinselliğin cazibesini kullanarak yaşananları ve haber tüketicisini erotize etmek, bu dilin bildik kurnazlığı. Öncelikle Usame bin Ladin'in cinsel uzvunun boyutları hakkında bilgilendirilmiştik. Bir profesyonel kadın tarafından ebat konusunda nasıl aşağılandığını, bu yüzden nefretle beslendiğini zaten biliyorduk. Savaşın ve vahşetin erotizasyonu da bu kadar sakil oluyor tabii. Hemen üstüne Muhammed Atta'nın cinsel formasyonu hakkında bombardımana tutuluverdik. Üniversiteye kadar, babasının 'bu çocuğu kız gibi büyütüyorsun' uyarılarına kulak asmayan anasının kucağında oturduğuyla; gizli bir eşcinsel olduğuyla açıklanıyordu, katliama varan yolculuğunun dinamiği. Duygu deryasının yazar-yönetmeni Amerika, sıska mı sıska, hülyalı bir genç olarak ablasına sarılmış fotografını ya da anasına yanağını uzatan resmini, her şeyin kanıtı olarak sunuyordu. Yoldaşı Ziyad el Cerrah'ın da pek ince, matruş çehreli olduğu sıkça vurgulayarak. Time dergisi pek zarif biçimde Atta'nın evinin pembe olduğunu işaret ederken The National Inquirer gazetesi açık seçik dile getirmişti: "Dünya Ticaret Merkezi teröristi Muhammed Atta ve hempalarından birçoğu yıllardır gizli eşcinsel hayat sürdürüyorlardı."
Onların saldırganlığı cinsel yetersizliklerinden, 'sapkınlık'larından kaynaklanıyordu.
Amerikan tarihinde Otoritenin radikal muhaliflerin cinsel hayatlarını deşme, onların 'sapkınlıklarını' bir bir faş etme alışkanlığı herkesin malumu. Soğuk savaş sırasında McCarthy'nin muhaliflerini efemine ilan ettiği bilinir. Hoover ve Eisenhower'ın başvurmuş oldukları bir psikoloji el kitabında, Komünist evliliklerinde kadınların dominant olduğu yazıyordu. Amerikan Komünist Partisi lideri Earl Browder da 'kılıbık' ilan edilmişti. Rosenbergler'e gelince. Tabii ki 'Julius köle, karısı Ethel ise efendisiydi.' Mıymıntı, iktidarsız, açık-örtük eşcinsel erkekler, vatan haini-komünist-kanlı katil adaylarıdır. Hitler'in kimliğini açıklarken eksik testisinden başlayıp erkek fahişelerle düşüp kalktığı iddialarına kadar bütün ayrıntılar, dünyayı anlamlandırma yolunda seçilen politikalar hakkında bir bilgi veriyor.
Uygarlığın cinselliği ile terörün cinselliği arasındaki fark açıkça erkekliğin imkânlarıyla tartılıyor. Terör tanımı, dünyanın yeni hilkat garibelerini çatısı altında birleştiriyor. Böylelikle her şey yerli yerine oturuyor. Kötüler bir bir saptanırken herkesin kolayca paylaşabileceği psikoloji kırıntıları ve nefret dolaşıma sokuluyor. Artık hepimizi, kolay denetime gelmeyen, farklı hayatlar yaşayan herkesin potansiyel canavar olarak algılandığı bu dünya tasvirinde, varolabilmek için daha fazla çırpınmak bekliyor.
................
Diğer örnek de utanç verici. Bu kez sahnede bir valimiz duruyor. Bingöl valisi İrfan Balkanlıoğlu, 10 PKK'lının öldürüldüğü operasyonlar hakkında basına bilgi verirken "Teröristlerin çoğunun sünnetsiz" olduğunun altını çiziveriyor.
Hakikati düşmanının belden aşağısında arayan bu aklı hangi süzgeçten geçirsek de saklasak? PKK'ya yıllar boyunca en resmi ağızlardan Ermeni dölü diye haykıran devletimin bu muhteşem bürokratı da böylelikle karınca kararınca bir katkıda bulunuyor terörle mücadeleye. Teröristlerin onun bunun karısı, eşcinsel, Kürt, komünist, gavur olduğunu biliyorduk aslında. Ama birinci ağızdan duymuş olduk. Gayrimüslimmiş gerçekten de vahşi düşman. Vali öldürülenlere bir göz atmış.
Zaten sünni, heteroseksüel, özbeöz Türk olmayandan korkmak gerek. Hem kolay kandırılıp tetikçi oluyorlar, hem dağlara çıkıp Türk'e ateş açıyorlar.