Friday, October 26, 2007

rastlantılar

ne çok şey gelir sizi bulur hiç ummadığınız anda...

Tuesday, October 23, 2007

yıldırım türker'den

Taraf tutmak

Savaş tacirlerinin, militarist hamaset dilinin gölgesi gözümüzü karartmamalı. Hayattan taraf olmalı. Barıştan taraf olmalı

14/10/2007 (1885 defa okundu)

YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)
Taraf tutmak, saf tutmak, taraf olmak. Her zamankinden derin uğuldayan bir mesele, karasularımızda. Her zamankinden daha sert, daha kaslı bir dili var, taraf olmanın. Daha çok taraf tutma tadında bir seferberlik hali.
Bir yandan tarafsızlığın soğukkanlı yordamına duyulan bir özlem varsa da tarafsızlık denilegelen hedefin aceleye gelmiş, derme çatma bir ütopya olduğunun farkında herkes. Taraf olmamanın, taraf olmadan kalmanın serin ve esintili zenginliği yutturmacasına karnı tok bu toprağın insanının.
Tarafsızlık, memleketimizde medyanın inşaatı olarak, statükoculuk anlamına gelir. Her halükârda devletin bekasını insanın üstüne yerleştiren, haklar ve özgürlükler meselesini ısrarla ikinci plana iten, durmadan ortak noktalar arayarak betonarme bir millet portresi çıkarmaya kararlı bir militanlığın adıdır, tarafsızlık.
Taraf olmak, tarafını belirlemek, öncelikle karşı tarafı, zıt kutbunu tarif etmekle başlıyor, kaçınılmaz olarak. Taraf olmadan önce, tarafların bir dökümünü çıkarmak gerek.
İşte bu noktada dolaşımda olan üst başlıklar bize, hayatımızı hangi yaftanın altında geçirebileceğimizi bildiriyor.
Tarafların belirlenmesi, oyunun kurulması birçok ideolojik aygıtın işbirliği ile devletin kunt sözleşmesi tarafından üstlenilmiştir. Devletin paramiliter bekçilerinin uydurduğu 'Ya sev ya terk et' gibi aslında bir tarafı çıkmaz sokak olarak tarif edilir. Sevmek zorundasın. Uymak zorundasın. Susmak zorundasın. Aksi takdirde bozguncusun.
Bezginlikten boğularak laiklerle mürteciler arasında bize dayatılan seçime tahammül etmeye çalışıyoruz. Ya askerin gözbebeğimiz olduğu cunta dönemleri ya şeriatın kanlı tırnakları. AKP, demokrasiye bağlılığı konusunda samimi mi, değil mi? Şimdiye dek topluca samimiyetine güvendiğimiz hükümetler tarafından hükme bağlanmış olan bir samimiyet ölçüsü var, besbelli.
Türban yasağı konusunda ne söylerseniz söyleyin, bu yasağa karşı olmak sizi anında kadınların kaygılarını anlamayan, dincilere koltuk çıkarak tarihi bir ihanete yazılan liboş yapıyor.
Demokrasi ülküsünü, yakın zamanda Mardin'in, Chantal Mouffe'dan alıntıladığı gibi, 'demokrasi diye bir şey yoktur, demokrasi uğrunda çaba vermek vardır'ı asla anlayamayarak, sabit bir sınırlar manzumesi olarak görüyor statükocular. Yasakçılık, demokrasi adına savunuluyor.
Burada maruz kaldığımız en sinsi kirlenme sonucu, sadece kimi tavır ve duruşların analizinden yola çıkarak dünyaya bakıp hiçbir şeyi derinlemesine düşünemez hale gelmemiz.
Emre Kongar'ı mı Mehmet Barlas'ı mı tutuyorsunuz?
Koç'un sponsorluk dayatması olan 'iyimserlik'ten bu yıl İstanbul Bienali'ne şıpınişi bir çerçeve çıkaran küratör ve onun karşısında konumlanan, kalbindeki Mustafa Kemal'i incinmiş bilim insanları arasından bir tarafı tutmak zorundasınız.
Ama en kötüsü Kürtsever misiniz, Türksever misiniz?
......................
Basınımızın PKK tarafından pusuya düşürülüp öldürülen 13 asker sonrası hamaset ve savaş gazeteciliğini iyice abartmış olması son derece kaygı verici. Manşet olan savaş çığlıkları bir süredir oyalanmakta olduğumuz hak ve özgürlük düşlerinden bir an evvel uyanmamız gerektiğini bildiriyor. Savaşın nedenlerini tartışmaya yer yok artık. Savaşı sorgulamaya. Mermi gürültüsünden sesinizi duyurmanız mümkün değil.
Kimi kesimlerde açık, çoğu kesimde de saklıda tutulan Kürt düşmanlığı en şık giysileriyle, ay yıldızıyla dökülüyor meydanlara. Şişli'de cep telefonundan Ahmet Kaya'nın Kürtçe bir şarkısını dinliyor diye, 17 yaşındaki fırın işçisini linçe kalkışanlar polis tarafından güçlükle yatıştırılıyor. Bu arada 'halkı galeyana getirmekten' çocuk tutuklanıyor.
Kimi demokrat yazarlarda görülen 'Hepimiz Mehmetçiğiz' sloganı da hayat algımızın paramparça edilip bize dayatılan 'taraf'lar konusunda pes etmenin bir göstergesi. "Hepimiz Ermeniyiz" sloganından alınanları, bakın biz Mehmetçiğiz de, diyerek yatıştırma çabası.
Oysa "Hepimiz Ermeniyiz" diye bağıranlar kendilerini, Ermeni oldukları için tehdit altında yaşatılanlara kalkan edip hedef olmaya hazır olduklarını ilan ediyorlardı. Yükselen ırkçı şiddete, biz kalabalığız, hepimizi öldüremezsiniz diye haykırıyorlardı. Birlikte yaşadıkları kardeşlerine sahip çıkıyorlardı.
Burada söz konusu olan ise, bir savaştır. Savaşa karşı olup barışın dilini konuşmak, bombaların gürültüsü altında güçtür elbet. Savaşın asla ve hiçbir koşulda çözüm olamayacağına inanan bir insansanız, nasıl ölen PKK'lılar için hepimiz PKK'lıyız, diye bağırmıyorsanız, Mehmetçikliğe de sahip çıkmamalısınız.
Genç insanların, sırtlarına Mehmetçik adı yüklenerek ölüme gönderilmesi karşısında acı çekiyorsanız, militarist adlandırmaların karşısında daha dikkatli davranmalısınız.
Yoksa, bir şehit cenazesinde konuşma yapan gözü dönmüş müftünün "Ermeni p.....'lerine" küfredişini en azından anlaşılır kılarsınız. Ermeni-Kürt müsün? Türk müsün? Vatanı seviyor musun? Sevmiyor musun?
Biz, kimsenin Mehmetçik olmadığı, Mehmetçik olmaya zorlanmadığı, kimsenin gerilla olmadığı, olmaya zorlanmadığı bir hayatın özlemini çekenler Kürtlerin de Türklerin de mutlu olduğu bir dünyayı düşlüyoruz.
Savaş tacirlerinin, militarist hamaset dilinin gölgesi gözümüzü karartmamalı.
Hayattan taraf olmalı. Barıştan taraf olmalı.
George Steiner, Dil ve Sessizlik'te "Biz sonradan gelenleriz. Artık bir insanın akşam Goethe'yi veya Rilke'yi okuyabileceğini, Bach'tan veya Schubert'ten pasajlar çalabileceğini ve ertesi sabah kendini, Auschwitz'deki gündelik çalışmasına verebileceğini biliyoruz" diyor.
Biz de neler gördük. İyi aile babası işkenceciler, zulmün hak olduğundan kuşku duymayan büyük adamlar. Halkı sindirmek için yalancı bombalamalar attırdığıyla övünen asker emeklileri...
Artık olmamış gibi, bilmiyormuşuz gibi, hiç işitmemişiz gibi davranma imkânımız kalmadı. Bütün bu bildiklerimizle beraber yaşayacağız. Birlikte yaşamayı; unutmadan, onararak yaşamayı öğreneceğiz.

Friday, October 19, 2007

tezkere...

Ya işte kabul oldu. 508 oyla topluca kısaca. DTP hariç vermişler oy. Meclisi bu kadar ortak fikirde görmek gözlerim yaşardı.Bakalım neler olacak? gidip yatayım sonra daha ayrıntılı konuşuruz bu mevzu uzun blog.

2.09 A.M.

Monday, October 15, 2007

sözlü tarih

Babamın bir arkadaşı bizdeydi geçen gün, geçmişin hızlı solcularındanmış ama bir ara sevilmeyen adam ilan edilmiş kendi cemaatinde. Neden mi? Çünkü sık sık özeleştiriye çağırılırmış grubu tarafından. Peki bu ne demek? Kadınlarla fazla gözüktüğü ve ilişkisi olduğu için 'burjuva değerlerinden vazgeçememiş' solcu ilan edilmiş. Modaya gidip gezmeler, müzik dinlemeler dans etmeler falan. Pis burjuva demişler resmen çok eğlendim. Devrimden başka yar olmaz, benim kadınım ölüm falan gibi erkek erkeke komüne kurban gitme halini anlamak zor tabii. Bence bu ülkede herşeyin anlamı ya abartılıyor, ya muhaliflik de abartılıyor ya da anlamı birebri değiştiriliyor eylemlerin ve kelimelerin.
Bir tanesi de yeni oldu dün ikinehir seyrettirdi. selçuk üniversitesi ülkücü yemin töreni, bir alışveriş merkezinde. Mevzu zaten korkunç silaha falan yemin ediliyor ama devamı daha ilgin. komünizme karşı diyor reis abi, sonra faşizme karşı diyor, sen orada kalakalıyorsun. Abi sen fiyakalı bir şekilde reis reis girerken alışveriş merkezine- niye alışveriş merkeziyse çok komik youtubedan bakın- herkes sana liderim öl desen ölürüm muamelesi yaparken, bri çeşit ırkçı sürü emperyalizme karşı denilen yemin edilirken silahı da unutmayarak faşizmin yöntemlerini kullanmadın mı sen şimdi? Yok faşizme karşı omuz omuza inisiyatifine yeni ülkücüleri de dahil edelim daha allak bullak olsun bence.
Neyse karışık mevzular, kimse tam haklı değil, kimse tam bilmiyor, kimse neden karşı çıktığının neye karşı çıktığının muhakemesini yapmıyor. Zemin kaygan ben düşerim. sizleri de öperim :)

1.43 a.m.

Wednesday, October 10, 2007

bir çeşit ruh hali...




dipnot: rahatsız oldum hiçbiri kadın değil! (hastayım galiba)

derdi olmak...

Senin hayatla derdin ne?

Saturday, October 6, 2007

replacable- irreplaceable

İnsan hayatında kaç kişinin yeri doldurulamaz?
Birilerini birilerine tercih eder miyiz? Nasıl? Niye? Kimi kime mesela?
Yeri doldurulamaz biri ya da birşey var mı? Yoksa insan oğlu herşeyi kendine göre yontar biçer alışır mı?
Emek ve sevgi herhalde 'irreplaceable' yapan birini birine. Herkes irreplaceable olmak ister di mi? Belki de birileri üzerinden kendimizi tanımlamaya çok alışığız o yüzden bu kadar önemli yeri doldurulamaz olmak. Şunun şusu, bunun şunu yaptığı kişi, şunun peşinden koştuğu, bunun bunu dediği kişi, sanki birileri olmasaydı etrafta yokmuşsun gibi. Berkeley der ya, birşeyi görmüyorsanız, varlığını bilmiyorsanız aslında yoktur diye. Herkes de çok eğlenir berkeley ile. Sonra Tanrı görüyor her şeyi ondan vardır şeyler der biz görmesek de, bilmesek de varlıklarını. Onun gibi işte. Biri yoksa etrafta seni yeri doldurulamaz olarak gören ya da seni öyle ya da böyle sadece tanımlayan ya da bir çeşit ilişki kurduğun öyle ya da böyle, sen yok musun?
Tanrı var gören, o yüzden varsın desem kolaycılığa mı kaçmış olurum berkeleyden copy paste yapıp!
Gece4.37 oldu artık sarmayayım...

düzeltme/ farkındalık :sanırım zaten birilerinin hayatında irreplaceableım şimdilik:)

Sevgi emektir. (K.Marx)