Saturday, January 26, 2008

gugıllamalar- ikinehir özentisi-itiraflar

Şimdi ben ikinehirin bana açtığı yoldan ileriliyorum bu blog aleminde. Blogu o açtırdı sonra efendime söylim statcounterı o yükletti bir sürü iş , hiç üşenmedi ben anlamaya çalışırken teknolojiyi:P Şimdi de artık dayanamıyorum inanılmaz gugıllamalar var bana çıkan, bloga çıkan onları yazıcam.

2 gugıllamayla en komiği nasıl hamile kalınır? anlayamadığım neden benim blogun açıldığı. ama çok eğlendim puahahaha.

sonra yeni bir tane var süper: İnsanlar tarafından zehirlenmemek için ne yapmak lazım? E yok artık dicem olmıcak:P

Koşarak bana gel
Birilerini etkilemek gibi sorularla devam ediyor ugugıllama.

Okul mühürlemelerine de öldüm. okul mühürlenir mi ya?

Sonrası çok içerikli kristaliş novamed yıldırım türker şemdin sakık anlatıyor, adorno, özgürlük, sanat vs vs vs vs.

İnsanlar tarafından zehirlenmek iyiymiş aslında. Bazen gerçekten ne kadar itiraf edemesem de kendime sık sık, Sartrea hak veriyorum. Nehir kızma biliyorum biz seninle sartrea karşı omuz omuza vermiştik burjuva filozofu diye:p ama hell is others bazen. ama yine de başkası olmadan da olmuyor. İnsanlığın en eski ikilemi galiba. recognition vs. autonomy??

Birşeyler daha itiraf edicem:

Biri bu işte. İnsanlar bazen üstüme üstüme geliyor. NE YAPSAM DA o zehrilenme hissi sarıyor bazen.

Diğeri, ben çok sıkıntılı olduğumda, stresli olduğumda üzgün olduğumda tüketerek rahatlıyorum. YAA ÜZGÜNÜM ama öyle. Param olmasına gerek yok. LIVE LONG CREDIT CARDS:p Biliyorum bunu çok eleştiriyorum eleştiriyoruz: Tüketim toplumu value anlam değiştirdi sosyal olandan ekonomik olana geçti (Polanyi), sonra bu kötü sistemin parçası olmak vs. ama üzgünüm de kabulleneceğim .
I am a part of the system.
Kredi kartlarıyla hayatımı bir sınıf üstten yaşamaya başladığımdan,
Kokakolanın lightını değil ama kendisini bazen çok canım istediğinden,
Çocukken en çok sevdiğim şeylerden birinin socially constructed reklamlarla desteklenmiş olduğunu bilmeme rağmen McDonaldsa gitmek ve hala arada gidip mcchicken yediğimden,
Starbucksın koltuklarının çok rahat olduğunu ve 21 yaşımda ben oraya giremem çok pahalıdır dememe rağmen sonrasında filtre kahvenin 3 ytl olduğunu öğrendiğimden,
Canım sıkıldığında tüketerek mutlu olduğumdan...

vs vs vs vs vs vs ...
beri...

Bunları yaptıktan sonra ya da yaparken düşünmüyor muyum? kendimi eleştirmiyorum evet yapıyorum ama sonuçta yapıyorum da. Bir kısmından vazgeçtim koladan mesela da ben vazgeçtim de kuş mu kondurdular hayır. Mc Donaldsa da o kadar sık gitmiyorum bazen canım çekiyor ama.

Bütün sosyal hayatıma bu kadar girmişken ya anlık hazlar ama bunlar değil, yüksek zevkleirn olsun diyorsanız benim anlık hazlara da ihtiyacım var üzgünüm. Gerçekten üzgünüm.
Tüketerek mutlu oluyorum ve bundan o kadar da utanmıyorum en azından yaparken.

Kendi algılarımızı özgürleştirmek zor farkındayım ve çaba sarf etmek lazım ama bazen sarf edecek enerjin başka yerlerdeysen özellikle kaptırıp gidiyorum. Güzel renkli şeyler satın almak, yemek, içmek, anlık, geçici, sisteme hizmet eden vs vs vs vs
daha pek çok şekilde tanımlanabilir.

Bu kadara açılmışken demeye çalıştığım şu aslında:
Her yer sarmalanmış, her yer değişmiş, dönüşmüş, ben de tabii ki. I AM A PART OF IT.
O kadar rasyonel yaşamıyoruz, yaşamıyorum. Politically correct olmak her alanda biraz insan üstü birşey ve I AM NOT ÜBERMENSCH/Overwoman.
Hee birde ömrümün büyük bir kısmında aşırı Beşiktaş fanatiğiydim. Bütün maçlarını izlerdim. Ellerim kartal pençesi resimlerim var. Utanıyor muyum? HAYIR YA! aidiyet de birşey, insan istiyor, tama gözümüzü kör etmesin diyeceğim ama ne kadar eğlenirdik ne kadar biz hissederdik diye düşünüyorum.
Biliyorum şimdi diyeceksiniz ki ama bu işte, tam da o his kaçınmamız gereken. Ben körü körüne biz olmaktan bahsetmiyorum ama zaten. Ortak birşeylerden keyif almaktan bahsediyorum evet ötekiler var eder bu durum ama çok da yüklü kuvvetli bir histir içinde bulunduğun. Kör olmadan ait olmak, Aidiyet duyup yine de birey olmak, sef-rule/ autonomy vs. recognition başa döndüm bakın...
neyse bu bağlanmayacak bir yere... İtiraf etmek istedim sadece...niyeyse...
Çok mu kötü hissediyorum.. Çok değil, biraz.. İnsanoğlu değişir, dönüşür diyeceğiz ama yine dönüştüğü şey geçmişten birşeyler taşır di mi?

Bir de mesela hayatlarımızı ne kadar değiştirebiliyoruz? Siz değiştirebiliyor musunuz? Olan durumun adaletsizliğini ortaya koyacak bir paper yaz desinler yazayım yazalım, ama hayatımızı ne kadar değiştiriyoruz gerçekten? Bu ara buna takıldım da o yüzden düşünüyorum.

EN ÖNEMLİSİ: HIMM..demek sosyal kooperasyona inanıyorsun. Demek sence insanlar daha iyi olanaklar sağlansa, daha iyi davranırlardı. Öyle mi ? Peki politik görüşlerini kendi sosyal ilişkilerine nasıl yansıtıyorsun?
Yansıtıyor muyum? Yansıtıyor musunuz?

G.A.COHEN diye bir amca var teorisyen adalet üzerine, marx üzerine çalışıyor. Bir tane kitabuı var okumak nasip olmadı henüz ama başlığına öldüm: IF YOU ARE AN EGALITARIAN, HOW YOU BECOME SO RICH?
Ben şimdi bunu uyarlıyorum sosyal ilişkilere:
IF YOU ARE A SOCIALIST, HOW YOU BECOME SO SELFISH?

İğne başkasına, çuvaldız kendime.

Sunday, January 20, 2008

adalet talebi...


Unutmayacağız...

Rakel Dink’in konuşması:

“Sevgili kardeşlerim,

Ne mi demişti eşim hayattayken; ‘Önce gelin şu lirik yalnızlığımızı paylaşalım başta. Beni gömmeye değil, yaşatmaya gelişinizin ilk töreni olacak bu. Bırakın ağlaşmayı, yoklayın yüreklerinizi, aranızdan ayrıldığımı sandığınız yürek çırpıntılarını orada duymuyor musunuz?’

Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız.

Burada yani kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabiir mi?

Kardeşlerim, bu ancak ve ancak vicdanların duymasıyla, kanarı dökenlerin pişmanlık, ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Habil’in kanı gibi dökülen hiçbir kan ve bu kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor.

Peki adalet nasıl yerini bulacak, geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük?

Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?

Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda “Hepimiz Ogün’üz” diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?

Telefonda “Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı” diyen ve “kimin öldüreceğini bilen” emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?

Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?

Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti?

Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?

Diyorlar ki, ’301’den kim hapse girdi?’ Ben de diyorum ki; keşke yaşatsalardı da hapiste olsaydı. Çünkü yaşatsalardı, bugün gerçekten 301’den hapisteki üçüncü ayı olacaktı.

Evet kardeşlerim, bugün adalet istediğimiz için buradayız. Daha kimler bıçaklandı, kaçırıldı, öldü, sayısı yok. Elbette acılı yüreklerin de sayısı yok. Ama kimler cesaret bulacak da, onun dediği gibi “terörün gücü ve gücün terörüne” karşı gelecek?

Dediği gibi, uğruna ölünesi davaları uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe belli ki bu tür vahşetler çok yaşanacak.

Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yasta kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl yaşamak cesaret ister, umut cesaret ister, adalet cesaret ister kardeşlerim.”

Wednesday, January 16, 2008

çok oldu


Evet çok oldu yazmayalı. Neredeyse bir ay...

Unutmayayaım diye yazıyorum ya buraya neler yaptım ben bu ara?

Finaller ve Derya'nın bıraktığı kayıp duygusuyla boğuştum. Finaller bitti. Diğer konu malum bitecek bir şey değil zaten.

Birşey yazasım da yok açıkçası. Ocak ayının uğursuz olduğunu düşünmeye başladım.

Geçen sene de bu zamanlar final dönemiydi ve geçen sene de bu zamanlar hatırlıyorum sosyal politik felsefeye çalışıyordum Hrant Dink'i kaybetmiştik. Onu katletmişlerdi.

Derya trafik kazasında vefat etti. Aşırı buzlanma ve aşırı hız yüzünden.

İnsanın aklına ilk keşkeler geliyor...

Keşke bu mevsimde gitmeselerdi saha araştırmasına ,Batman'a..
Keşke Derya son işi olan bu saha çalışmasını yapmasaydı da daha önce ayrılsaydı...
Keşke yol karlı buzlu olmasaydı...
Keşke şoför ( ki hakkında kamu davası açılmış ) hız yapmasaydı o buzlu yolda...
Keşke devlet bir gece sonra tuzlamaya başladığı yolu bir gece önce tuzlasaydı...
Keşke Derya orka koltukta uzanmasaydı, belki de o yüzden kafasını çarptı ve vefat etti...
Keşke TESEVe daha sık uğrasaydım, o beni çağırdığında...
Keşke üzerimde ne çok emeği olduğunu daha çok söyleseydim ve hissettirseydim...
Keşke huysuz- tatlı-feminist halini, tavrını daha çok içime sindirseydim...
Keşkeler bitmiyor ki...

İnsan sadece ağlayabiliyor, elinden birşey gelmediği için çaresizliğine kızıyor.
Kayıp duygusu her yanımda hasıldı bir haftadır, ama hayat devam ettikçe tik atılması gereken görevlerim biriktikçe daha çok unutuyorum zaten inanmak istemediğim şeylere.

Kayıp, kayıp gitmek...

Ben ne yapacağımı bilemiyorum böyle durumlarda herşey az ve samimiyetsiz geliyor. Arayıp konuşamıyorum kimseyle çünkü ağlayıp onları da üzme korkusu sarıyor. Mesaj atıyorum arada bir o da çok yüzeysel... Geldikleri gün ve burada Derya için yapacakları şeylere emek sarfederek kendimi rahatlatabileceğim sanırım...
Neyse bu da böyle kara bir yazı olarak kalsın... Unutmayayım.

Bir de ona layık bir arkadaş olmaya çalışayım...

Aktivist, akademisyen, feminist, iyi ruhlu arkadaşım, ablam
İnatçılığından örnek almak dileğiyle...