Ben eylül ayını severim. Yani ben doğduğum için değil yanlış anlamayın okadar dünya benim etrafımda dönmüyor hala:) Böyle sonbahar gelir ama yazdan da tam çıkılmamıştır. Havalr artık tahmin edilemiyor ama eylülde yağar da böçyle hiç beklemediğin anda yağar. Eylül ayı bir sürprizlidir. Bir güzeldir. Yapraklar hafif sararır ama hala yeşildir. Yani böyle arada derede iilginç bir ay işte burda yaşanan hali.
Dipnot: Gül çoktan cumhurbaşkanı oldu. Hadi hayırlısı bakalım.
Friday, August 31, 2007
Tuesday, August 28, 2007
birgün'den...
Cemil Ertem Birgün'den http://birgun.net/index.php?sayfa=73&view_author=164&article=10186
Bir Temel Hak: Vatandaşlık Geliri 14/08/07
Hükümetin ertelediği Sosyal Güvenlik Yasası ve yeni anayasa yakında gündeme gelecek. Sosyal güvenliğin bu sefer de toz duman arasında kaybolmaması gerekiyor. Hepimizin bu can alıcı sorunu bütün boyutlarıyla tartışmamız, bu dönemde, çok önemli. Tartışmaya şöyle bir soruyla başlamaya ne dersiniz: "Toplumun belirli bir andaki geliri tek tek bireylerin üretime yaptıkları katkının toplamından fazla bir şey olduğuna göre, bireylerin gelirden alacakları pay üretime yaptıkları kişisel katkıyla belirlenir mi?" Bu can alıcı soruyu Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder, "Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Geliri" adlı derlemenin önsözünde bize soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu atölye çalışmalarını Ayşe Buğra ve Çağlar Key-der'in editörlüğünde yayınladı. Buğra ve Keyder bu çalışmada bize "Vatandaşlık Gelirinin" yaşadığımız dönemde bir anayasal temel hak olması gerektiğini hatırlatıyor. Bunun için, hem yeni anayasanın gündeme geleceği hem de sosyal güvenliğinin tekrar tartışmaya başlanacağı şu günlerde, bu çok önemli kitabı öneririm.
Kapitalizm 16. yüzyıldan itibaren insanın yaşamını idame ettirmesini emeğini satmasına bağlamış; yani insan emeğini piyasada alınıp satılan bir meta yaparak "çalışmayana ekmek yok" anlayışını ahlâki bir düstur olarak benimsetmiş-tir. Mülkiyetin kurumsallaşması da bu anlayışın bir sonucu olarak geliştirilmiştir. Ancak 16. yüzyıldan beri de başta hümanist düşünürler olmak üzere insanlık, bu anlayışın karşısına, bizim yukarıda sorduğumuz soruyu sorarak, temel gelir yaklaşımını getirmiştir. Buğra ve Keyder temel gelir kavramını şöyle tanımlıyor: "Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki bugünkü veya geçmişteki yerlerinden bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için, koşulsuz olarak sağlanan düzenli bir nakit geliri ifade eder."
Bu yaklaşım piyasalaşan emeğe verilen değer yerine insana ve insan haklarına verilen değeri öne çıkarır. Bu özellikle günümüz koşullarında çok önemli bir yaklaşımdır. Sosyal güvencenin bireyin çalışma hayatındaki rolüyle değil toplumun üyesi olma durumuna göre belirlenmesi insanlık için bir devrimin başlangıcıdır. Çünkü "çalışmayana ekmek yok" anlayışı emeği kutsallaştırır ama bundan daha çok mülkiyeti meşrulaştırır.
Çalışmayana ekmek yok anlayışı aynı zamanda artık geride kalmış bir sosyal güvenlik anlayışını da ifade eder. Korporatist ve geri bu anlayış bireyin sosyal güvenliğini ödediği primlere bağlar. Öte yandan, bütün vatandaşların koşulsuz yararlanacağı sağlık, eğitim ve barınma gibi insani gereksinmeleri güvence altına alan vatandaşlık geliri yaklaşımı vatandaş olmayı yeterli görür. Böylece "Anayasal Vatandaşlık" kavramının ekonomik yanını da temsil eder. Vatandaşlığı kan bağına indirgeyen milliyetçi yaklaşımların yerine ikame edilecek Anayasal Vatandaşlık kavramının önemi ve gerekliliği burada bir kez daha ortaya çıkıyor.
Özellikle ikinci savaş sonrası geliştirilen sosyal güvenlik sistemi Keynesçi tam istihdam anlayışına dayanır. Yani bu sistemde çalışacak durumda olan tüm erkeklerin iş bulacakları varsayılır. Bu yaklaşım savaş sonrası gelişmiş ülkelerde geçerli oldu. Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde ise kırın bir sosyal güvence sistemi olarak var olması durumu idare etti. Ekonomik büyüme ile istihdam arasındaki ilişki seksenli yılların ortalarına kadar kuvvetli bir biçimde devam etti. Artık ne kır bir sosyal güvenlik aracı ne de ekonomik büyüme ile istihdam arasında doğrusal bir ilişki var. Büyüme ile istihdam arasındaki ilişki koptuğu gibi geçim ile istihdam arasındaki bağ da kopmuş durumda. Dünya ekonomisi büyüyor ama işsizlik de hızla artıyor. Öte yandan çalışan yoksulların sayısında da, hatırı sayılır, bir artış var. ILO'nun Küresel İstihdam Raporu bu gerçeği önümüze koyuyor. İşte bu koşullarda insanların sosyal güvencesini yalnızca ödediği primlere bağlamak insani bir yaklaşım olmadığı kadar sistem için de akıldışı bir durum. Çünkü esnek üretim denilen sistem de böyle bir sosyal güvenlik sistemini aslında olanaklı kılmıyor. Bunun için yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada var olan korporatist sosyal güvenlik sistemi iflas etmiş durumda.
İşte tam burada insanın, insan hayatının, çalışma yaşamının ve emeğin yeniden tanımlanması ve anayasal vatandaşlık kavramının vatandaşlık geliriyle birlikte gündeme gelmesi gerekiyor. Bu ekonomik aklın gereği olduğu gibi ahlaki bir sorun da. Peki, bunun için kaynak yok diyen mi var? Aşağıdaki not onlar için: Bugünlerde milyarlarca doları spekülatatif işlemlerde batıran Goldman Sachs geçen yıl yalnızca üç üst düzey yöneticisine 160 milyon dolar ikramiye ödedi. Hedge fonların yalnız son altı ayda batırdıkları para ile tüm dünya vatandaşlarının bir yıllık vatandaşlık gelirleri ödenir.
Bir Temel Hak: Vatandaşlık Geliri 14/08/07
Hükümetin ertelediği Sosyal Güvenlik Yasası ve yeni anayasa yakında gündeme gelecek. Sosyal güvenliğin bu sefer de toz duman arasında kaybolmaması gerekiyor. Hepimizin bu can alıcı sorunu bütün boyutlarıyla tartışmamız, bu dönemde, çok önemli. Tartışmaya şöyle bir soruyla başlamaya ne dersiniz: "Toplumun belirli bir andaki geliri tek tek bireylerin üretime yaptıkları katkının toplamından fazla bir şey olduğuna göre, bireylerin gelirden alacakları pay üretime yaptıkları kişisel katkıyla belirlenir mi?" Bu can alıcı soruyu Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder, "Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Geliri" adlı derlemenin önsözünde bize soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu atölye çalışmalarını Ayşe Buğra ve Çağlar Key-der'in editörlüğünde yayınladı. Buğra ve Keyder bu çalışmada bize "Vatandaşlık Gelirinin" yaşadığımız dönemde bir anayasal temel hak olması gerektiğini hatırlatıyor. Bunun için, hem yeni anayasanın gündeme geleceği hem de sosyal güvenliğinin tekrar tartışmaya başlanacağı şu günlerde, bu çok önemli kitabı öneririm.
Kapitalizm 16. yüzyıldan itibaren insanın yaşamını idame ettirmesini emeğini satmasına bağlamış; yani insan emeğini piyasada alınıp satılan bir meta yaparak "çalışmayana ekmek yok" anlayışını ahlâki bir düstur olarak benimsetmiş-tir. Mülkiyetin kurumsallaşması da bu anlayışın bir sonucu olarak geliştirilmiştir. Ancak 16. yüzyıldan beri de başta hümanist düşünürler olmak üzere insanlık, bu anlayışın karşısına, bizim yukarıda sorduğumuz soruyu sorarak, temel gelir yaklaşımını getirmiştir. Buğra ve Keyder temel gelir kavramını şöyle tanımlıyor: "Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki bugünkü veya geçmişteki yerlerinden bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için, koşulsuz olarak sağlanan düzenli bir nakit geliri ifade eder."
Bu yaklaşım piyasalaşan emeğe verilen değer yerine insana ve insan haklarına verilen değeri öne çıkarır. Bu özellikle günümüz koşullarında çok önemli bir yaklaşımdır. Sosyal güvencenin bireyin çalışma hayatındaki rolüyle değil toplumun üyesi olma durumuna göre belirlenmesi insanlık için bir devrimin başlangıcıdır. Çünkü "çalışmayana ekmek yok" anlayışı emeği kutsallaştırır ama bundan daha çok mülkiyeti meşrulaştırır.
Çalışmayana ekmek yok anlayışı aynı zamanda artık geride kalmış bir sosyal güvenlik anlayışını da ifade eder. Korporatist ve geri bu anlayış bireyin sosyal güvenliğini ödediği primlere bağlar. Öte yandan, bütün vatandaşların koşulsuz yararlanacağı sağlık, eğitim ve barınma gibi insani gereksinmeleri güvence altına alan vatandaşlık geliri yaklaşımı vatandaş olmayı yeterli görür. Böylece "Anayasal Vatandaşlık" kavramının ekonomik yanını da temsil eder. Vatandaşlığı kan bağına indirgeyen milliyetçi yaklaşımların yerine ikame edilecek Anayasal Vatandaşlık kavramının önemi ve gerekliliği burada bir kez daha ortaya çıkıyor.
Özellikle ikinci savaş sonrası geliştirilen sosyal güvenlik sistemi Keynesçi tam istihdam anlayışına dayanır. Yani bu sistemde çalışacak durumda olan tüm erkeklerin iş bulacakları varsayılır. Bu yaklaşım savaş sonrası gelişmiş ülkelerde geçerli oldu. Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde ise kırın bir sosyal güvence sistemi olarak var olması durumu idare etti. Ekonomik büyüme ile istihdam arasındaki ilişki seksenli yılların ortalarına kadar kuvvetli bir biçimde devam etti. Artık ne kır bir sosyal güvenlik aracı ne de ekonomik büyüme ile istihdam arasında doğrusal bir ilişki var. Büyüme ile istihdam arasındaki ilişki koptuğu gibi geçim ile istihdam arasındaki bağ da kopmuş durumda. Dünya ekonomisi büyüyor ama işsizlik de hızla artıyor. Öte yandan çalışan yoksulların sayısında da, hatırı sayılır, bir artış var. ILO'nun Küresel İstihdam Raporu bu gerçeği önümüze koyuyor. İşte bu koşullarda insanların sosyal güvencesini yalnızca ödediği primlere bağlamak insani bir yaklaşım olmadığı kadar sistem için de akıldışı bir durum. Çünkü esnek üretim denilen sistem de böyle bir sosyal güvenlik sistemini aslında olanaklı kılmıyor. Bunun için yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada var olan korporatist sosyal güvenlik sistemi iflas etmiş durumda.
İşte tam burada insanın, insan hayatının, çalışma yaşamının ve emeğin yeniden tanımlanması ve anayasal vatandaşlık kavramının vatandaşlık geliriyle birlikte gündeme gelmesi gerekiyor. Bu ekonomik aklın gereği olduğu gibi ahlaki bir sorun da. Peki, bunun için kaynak yok diyen mi var? Aşağıdaki not onlar için: Bugünlerde milyarlarca doları spekülatatif işlemlerde batıran Goldman Sachs geçen yıl yalnızca üç üst düzey yöneticisine 160 milyon dolar ikramiye ödedi. Hedge fonların yalnız son altı ayda batırdıkları para ile tüm dünya vatandaşlarının bir yıllık vatandaşlık gelirleri ödenir.
Thursday, August 23, 2007
Sunday, August 19, 2007
mevsimlik işçiler?
"Kamyonet, minibüs, traktörlerle balık istifi dizilirek taşınan tarım işçileri yollarda hayatını kaybetmeye devam ediyor. Şanlıurfa'da tarım işçilerini taşıyan kamyonete kamyon çarpttı. Şarampole yuvarlanan iki araçta 15'i tarım işçisi 16 kişi yaşamını yitirdi, 15 kişi de yaralandı. Yaralılardan dördü ağır. Kazanın meydana geldiği kavşağın 300 metre ilerisinde trafik ekipleri, tarım işçilerinin kamyon, kamyonet ve traktör kasalarında taşınmalarını önlemek amacıyla denetim yapıyordu." haber böyle başlıyor bugün radikalde!
Sonu da böyle bitiyor: "'İşçiler sesini çıkaramıyor'
Tarım işçilerinin oturduğu Karşıyaka Mahallesi'ni kaza sonrası acı büyüktü. İşçi yakınlarından Mehmet Çalış şöyle konuştu: "Sabah, bu insanlar birkaç kuruş kazanmak için yola çıktı. Burada herkes komşu, her evden iki-üç ölü var. Bir kamyona 50 kişi bindiriliyor. Ekmek parası için işçiler de sesini çıkaramıyor."
İşçiler sesini çıkaramıyor. ÇIKAR-A-MIYOR! Oradaki a ile hesaplaşmak mı lazım ne yapmak lazım? Bilemedim. Kaç gündür okuyorum neredeyse her gün bir kaza ya da mevsimlik işçilerin inanılmaz istismarı, korkunç çalışma şartları vs vs..
Başlıklar:
"Mevsimlik işçilerin yeni sezonu az ücretle, kötü koşullarla, işsizlik korkusuyla başladı."
"Sosyal güvenceleri yok!"
"Türk-İş: Şartları çok kötü
Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç ise Türkiye'de mevsimlik tarım işçilerinin çok kötü şartlar altında çalıştığını belirterek "Devlet, tarım işçilerinin sıkıntılarını gidermeli. Gelecekleri güvenceye alınmalı, sosyal güvenlik sağlanmalı" dedi. (dha, aa)"
BU MANŞETLER DAHA UZAR. MANŞET DEDİYSEM YANLIŞ ANLAŞILMASIN. Yanlış kullanıyorum kelimeyi. Bular sadece gazete haberlerinin başlıkları y ad aara başlıkları ki belli başlı gazeteler hariç mevzuudan bahseden de az.
Bu kısır döngü gibi ya: Fındıklıklarda bulunmuş biri olarak ve yakın akrabaları sürekli yevmiyeli mevsimlik işçilere fındık toplattırdığından az biraz çalıştıranların ve çalışanların ruh halini görme şansım oldu. ya da şanssızlığım diyelim. Öyle bir yoksulluk çeşidi ki bu herşey içiçe geçmiş: Gelir adaletsizliği, bölgesel adaletsizlik, etnik ayrımcılık, yoksula yoksul olduğu için ayrımcılık vs vs... SES ÇIKAR-A-MAYAN insanlara eğer bağımlılarsa çalıştıran kişiye istediğiniz eziyeti yaparsınız gibi bir anlayış var. Şunu demek istemiyorum: Mevsimlik işçileri alıp elleirni bağlayıp işkence ediyorlar. Yapan yoktur umarım ama insan yerine koymamakla başlıyor herşey zaten. Çoğu Doğu ve G.doğudan gelen işçilerin aralarında Kürtçe konuştuklarında ne konuşuyorsanız anladığımız dilde konuşun, küfür mü ediyorsunuz belli değil cevabıyla karşılandığını duymuşluğum var. Müdahale etmeye çalıştığımda da inanılmaz bir şekilde terslenip herşeyi abarttığımı söylediklerini hatırlıyorum. Ya bir dakika, o insanların anadili o. İkincisi hiç düşündün mü neden insanlar yerlerini yurtlarını birkaç aylığına bırakıp oralara geliyorlar hem de balık istifi olmuş bir kamyonet içerisinde. Üçüncüsü sana küfrediyorlarsa da iyi ediyorlar. Adamlara verdiğin para belli. Anneannem onlara misafir gözüyle baktığı için yeme içirme derdinde olurdu hep hatırlıyorum ama bu biraz daha insanca olsa da yine elaleme ayıp olmasın ve adamlar daha iyi çalışsın kaygısıyla yapılıyordu onu da biliyorum. İnsanlar tabii ki ses çıkaramazlar çünkü ellerinde kendi bedenleri hariç direnebilecekleri bir mekanizma yok. Herkes karşılarında, insanlar, devlet, özel sektör vs vs vs. Şimdi bunları böyle clear-cut ayırmayalım falan demeyelim. Çünkü hepimiz biliyoruz ki devlet ideolojisi denilen şey onları zaten dışlıyor. Marxist açıdan devlet desen o da zaten yoksulu önemsemez zenginin derdine bakar. İnsanlar desen onlar da bu sistem içerisinde az biraz vicdan yaparlarsa belki önemserler ama sorun çoğuna değmediği için birşey yapmazlar değiştirecek gücü kendilerinde bulmazlar. Sorunun yaşayanların kendilerine dair düşündükleri bile değişir bunca muhalefet varken bir yandan. Bir yandan isyan etmek isteseler ne olacak? çıkar-a- madılar daki o a hep devrede.
Bugün bir mail geldi bir gruptan Şu şiir var ekte Can Yücel'in:
"Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı... "
Yel işçiden yana esecek mi bilmem ama mevsimlik işçilerden yana hiç esmiyor esmeyecek gibi de duruyor.
Not: Umutsuz yazı... Üzerine düşünmek lazım biraz daha...
Sonu da böyle bitiyor: "'İşçiler sesini çıkaramıyor'
Tarım işçilerinin oturduğu Karşıyaka Mahallesi'ni kaza sonrası acı büyüktü. İşçi yakınlarından Mehmet Çalış şöyle konuştu: "Sabah, bu insanlar birkaç kuruş kazanmak için yola çıktı. Burada herkes komşu, her evden iki-üç ölü var. Bir kamyona 50 kişi bindiriliyor. Ekmek parası için işçiler de sesini çıkaramıyor."
İşçiler sesini çıkaramıyor. ÇIKAR-A-MIYOR! Oradaki a ile hesaplaşmak mı lazım ne yapmak lazım? Bilemedim. Kaç gündür okuyorum neredeyse her gün bir kaza ya da mevsimlik işçilerin inanılmaz istismarı, korkunç çalışma şartları vs vs..
Başlıklar:
"Mevsimlik işçilerin yeni sezonu az ücretle, kötü koşullarla, işsizlik korkusuyla başladı."
"Sosyal güvenceleri yok!"
"Türk-İş: Şartları çok kötü
Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç ise Türkiye'de mevsimlik tarım işçilerinin çok kötü şartlar altında çalıştığını belirterek "Devlet, tarım işçilerinin sıkıntılarını gidermeli. Gelecekleri güvenceye alınmalı, sosyal güvenlik sağlanmalı" dedi. (dha, aa)"
BU MANŞETLER DAHA UZAR. MANŞET DEDİYSEM YANLIŞ ANLAŞILMASIN. Yanlış kullanıyorum kelimeyi. Bular sadece gazete haberlerinin başlıkları y ad aara başlıkları ki belli başlı gazeteler hariç mevzuudan bahseden de az.
Bu kısır döngü gibi ya: Fındıklıklarda bulunmuş biri olarak ve yakın akrabaları sürekli yevmiyeli mevsimlik işçilere fındık toplattırdığından az biraz çalıştıranların ve çalışanların ruh halini görme şansım oldu. ya da şanssızlığım diyelim. Öyle bir yoksulluk çeşidi ki bu herşey içiçe geçmiş: Gelir adaletsizliği, bölgesel adaletsizlik, etnik ayrımcılık, yoksula yoksul olduğu için ayrımcılık vs vs... SES ÇIKAR-A-MAYAN insanlara eğer bağımlılarsa çalıştıran kişiye istediğiniz eziyeti yaparsınız gibi bir anlayış var. Şunu demek istemiyorum: Mevsimlik işçileri alıp elleirni bağlayıp işkence ediyorlar. Yapan yoktur umarım ama insan yerine koymamakla başlıyor herşey zaten. Çoğu Doğu ve G.doğudan gelen işçilerin aralarında Kürtçe konuştuklarında ne konuşuyorsanız anladığımız dilde konuşun, küfür mü ediyorsunuz belli değil cevabıyla karşılandığını duymuşluğum var. Müdahale etmeye çalıştığımda da inanılmaz bir şekilde terslenip herşeyi abarttığımı söylediklerini hatırlıyorum. Ya bir dakika, o insanların anadili o. İkincisi hiç düşündün mü neden insanlar yerlerini yurtlarını birkaç aylığına bırakıp oralara geliyorlar hem de balık istifi olmuş bir kamyonet içerisinde. Üçüncüsü sana küfrediyorlarsa da iyi ediyorlar. Adamlara verdiğin para belli. Anneannem onlara misafir gözüyle baktığı için yeme içirme derdinde olurdu hep hatırlıyorum ama bu biraz daha insanca olsa da yine elaleme ayıp olmasın ve adamlar daha iyi çalışsın kaygısıyla yapılıyordu onu da biliyorum. İnsanlar tabii ki ses çıkaramazlar çünkü ellerinde kendi bedenleri hariç direnebilecekleri bir mekanizma yok. Herkes karşılarında, insanlar, devlet, özel sektör vs vs vs. Şimdi bunları böyle clear-cut ayırmayalım falan demeyelim. Çünkü hepimiz biliyoruz ki devlet ideolojisi denilen şey onları zaten dışlıyor. Marxist açıdan devlet desen o da zaten yoksulu önemsemez zenginin derdine bakar. İnsanlar desen onlar da bu sistem içerisinde az biraz vicdan yaparlarsa belki önemserler ama sorun çoğuna değmediği için birşey yapmazlar değiştirecek gücü kendilerinde bulmazlar. Sorunun yaşayanların kendilerine dair düşündükleri bile değişir bunca muhalefet varken bir yandan. Bir yandan isyan etmek isteseler ne olacak? çıkar-a- madılar daki o a hep devrede.
Bugün bir mail geldi bir gruptan Şu şiir var ekte Can Yücel'in:
"Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı... "
Yel işçiden yana esecek mi bilmem ama mevsimlik işçilerden yana hiç esmiyor esmeyecek gibi de duruyor.
Not: Umutsuz yazı... Üzerine düşünmek lazım biraz daha...
Wednesday, August 15, 2007
gül kendine...
Ya Abdullah Gül aday oldu sonunda köşke. Sence olacaklar mı diye soruyordu herkes? Ben bence olmayacak aday gerilmesin diye ama olursa da olur %46 lık oy duruyor bu da reelpolitik. Cumhurbaşkanı ile başbakan kankaysa, birbirine anayasa fırlatan birileri olmazsa işler daha paralel yürür. Ama şimdi biraz korkmaya başladım. Hegemonik bir durum olur mu diye? Bakalım bekleyip göreceğiz.
Gül kendini aday yaptırdı, AKP nin kendi içindeki çatlamalardan bahsediliyor. 24 Nisandaki adaylığıyla bu seferki arasında bir çeşit destek farkı var diyor gazeteler, gözlemciler. Bakalım göreceğiz. CHP şimdiden herşeye boykotlu, tipik. Asker??? Bakalım göreceğiz...
Gül kendini aday yaptırdı, AKP nin kendi içindeki çatlamalardan bahsediliyor. 24 Nisandaki adaylığıyla bu seferki arasında bir çeşit destek farkı var diyor gazeteler, gözlemciler. Bakalım göreceğiz. CHP şimdiden herşeye boykotlu, tipik. Asker??? Bakalım göreceğiz...
yıldırım türker'den...
Mevsimlik köleler
Mevsimlik köleler
Yoksulluğun pençesindeki adamlar, kadınlar her yıl bu yolculuğu yapıyor. 10, 15, 20 lira... Ne kazanabilirlerse.
23 sürgün işçi, Adıyaman'ın Kahta'sından Karadeniz'e fındığa giderken yurttaşlık dersinde öldürüldüler
12/08/2007 (917 defa okundu)
YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)
Ah, dilsiz kardeşlerim. Mevsimlik köleler. Gazetelerin önemli, değerli, gerilimli haberlerinin arasında ne kadar solgun, ne kadar uçucu, ne kadar ölü fotograflarına benziyorsunuz. 13 yaşındaki Mustafa, 14 yaşındaki Nafiye ve diğer küçük adam, küçük kadın memleket köleleri. Hayatınızda belki de ilk ve son çektirdiğiniz fotograflarla; alınları damgalı vesikalıklarınızla bize kâbus olur musunuz?
12'si çocuk, 23 sürgün işçi balık istifi depolanıp nakliye edilirken yolda paramparça olmadan önce ne güzel, ne gururlu bir memlekette uygarlık şarabını yudumluyor, tatil tefrikalarıyla hafifledikçe hafifliyorduk. Yegâne gerilimimiz Cumhurbaşkanı eşinin saçlarıydı.
23 sürgün işçi, Adıyaman'ın Kahta'sından Karadeniz'e fındığa giderken yurttaşlık dersinde öldürüldüler. Yola dağılmış ölülerini görenler dayanamamış. Paramparça olmuşlar.
Niğde'de de başka bir mevsimlik köle kafilesini taşıyan minibüsün otobüsle çarpışması sonucu 19 kişi yaralandı, 15 yaşındaki Vahap da 'olay yerinde' öldü.
Adıyaman'dan fındık toplamak için Giresun'a gelen 19 yaşındaki Bayram'la 17 yaşındaki Yılmaz geçen gün, Bulancak ilçesi sahilindeki iskelede denize girdi. Bir süre sonra gözden kaybolan gençler boğularak öldü.
Onlar, kibar deyişiyle mevsimlik tarım işçisiydi. Mevsimlik işçilerin neredeyse tamamı, Güneydoğulu Kürt.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platform Sözcüsü Abdullah Aysu, mevsimlik tarım işçilerine "kırsal kesimdeki yoksulların en yoksulu" diyor. Bianet'e anlatmış.
Aysu, "Normal şartlarda kendi topraklarında doyabilirler. Ama çatışma nedeniyle bu gerçekleşemiyor. Yerinden edilmiş olanlar da var. Hayvancılıkla, toprakla uğraşamıyorlar. Üretebilseler, bunu satabilecek mekanizmalardan yoksunlar. Yaşadıkları Güneydoğu politikalarıyla doğrudan bağlı" diye ekliyor.
Sayıları kayıtlara göre 190-200 bin civarında. Ama tarım sektörü uzmanları, mevsimlik işçilerin ailecek çalıştıklarını, çocukların da çalıştığını, kayıt dışılığın yüksekliğini hesaba katarak, bu rakamın gerçekte bir milyona yakın olduğunu tahmin ediyor.
Aysu'nun verdiği bilgilerle birlikte, mevsimlik tarım işçilerinin yaşadıkları şöyle:
Çalışma alanları: Büyük toprak ağalarının işlerinde ya da toplama işinin hızla yapılması gereken fındık gibi alanlarda çalışıyorlar. Türkiye'de çiftçilerin yüzde 87'den fazlası işçi çalıştırmıyor. Orta Anadolu'da soğan, şeker pancarı, kayısı, Çukurova'da pamuk, Ege'de yaş sebze, zeytin, Karadeniz'de fındıkta çalışıyorlar. Toplama, çapa, kurutma, serme işlerini üstleniyorlar.
Dört ay: Yılın dört ayında biriktirdikleri parayla geri kalan sekiz ayı da geçirmeye çalışıyorlar.
Düşük ücret: TÜİK verilerine göre 2005'te erkek bir mevsimlik işçinin ortalama günlük ücreti 18,06, kadın mevsimlik işçininkiyse 13,62 YTL'ydi. En düşük ücret kadınlar için Hatay'da 10,83, erkekler için Aydın'da 12,82 YTL'ydi. Devlet işletmelerindeki erkek mevsimlik işçininki 25,60, kadın mevsimlik işçininkiyse 23,12 YTL oldu.
Aracılara komisyon: Mevsimlik işçiler ücretlerinin bir bölümünü "elci", "dayıbaşı", "çavuş" denen aracılara komisyon olarak veriyor. İşçilerin yaşadıkları yerden çalışacakları yerlere ulaşımını, nerede, hangi işlerde çalışacağını da bu aracılar düzenliyor.
Sosyal hakları yok sayılıyor, dışlanıyorlar: Çoğunlukla kamyonların kasalarına doldurulup istif şeklinde taşınıyorlar. Genellikle çadırlarda kalıyor. Sağlıklı su ve kanalizasyona erişemiyor. Sağlık sorunlarını kendileri çözmek, maliyetini üstlenmek zorundalar. Bu süre çalışma süresinden sayılmıyor. Sosyal güvenceleri, sigortaları yok. Köylüler mevsimlik işçileri genellikle içine kabul etmez.
Doğu'dan Karadeniz'e yolculukları iki gün sürüyor. Zaman kaybetmemek için mümkün olduğunca molasız yolculuk ediyorlar. Bazen minibüslere 20, kamyonların arkasına 40 kişi biniyorlar.
Ordu'da bir çadırkent onları bekliyor. Turnasuyu deresi boyunca kurulmuş çadırkentte yaklaşık 400 çadırda 3 bine yakın işçi kalıyor.
Bu en beter mülteci kamplarını hatırlatan çadırların başında 24 saat polis bekliyor. Günde 20 lira kazanabilmek için 10 saat fındık topluyor. Daha o paralardan yüzde 10 komisyon verecekler. Nakliyeci tacirlerine.
Ne sıkıcı konular, değil mi? Bu memlekette ne önemli konular varken; memleket bölünme-çatlama-örtünme krizleriyle hop oturup hop kalkarken.
Kürt milletvekillerinin, uzun uykusundan uyanıp ortalığa çıktığı andan itibaren karşısında el pençe divan durduğumuz, gerdan kırıp saygılarımızı sunduğumuz başbuğ ve adamlarının ayağına gidip ellerini sıkması karşısında mutluluktan gözlerimiz yaşarırken. Hele başbuğun da ilahi bir yücegönüllülükle uzatılan elleri bir yumrukta itmeyip avcuna alması karşısında.
Körlüğe-sağırlığa-vahşet kışkırtıcılığına-milli reflekslere ve her türlü karanlık insanlık hallerine kader demeye yatkınız ya, kader artık bizi şamarlıyor. Sözgelimi, mevsimlik işçiler diye anılanların farkına varmamız tam da nereye oturtacağımıza karar veremediğimiz Kürt milletvekillerinin magazinine merak saldığımız günlere denk geldi. Onları da temsil ettikleri köleler gibi istifleyip gözden ırak bir yere kaldırmak, kendilerini yüce ulustan sanmamaları için mümkünse ahırın yanındaki samanlığa kapatmamız fena mı olurdu?
Sırrı Sakık, yakınıyor: "Bize zenci muamelesi yapıyorlar." Diğer partiler Meclis'te ikinci katta verilen odalara yerleşirken DTP'ye başka yerde bir oda gösterilmiş. Uzun mahpusluk günlerinden kalma mide hastalığından tedavisi süren Ahmet Türk, yemin töreninden sonra hastalanmış. Sakık, anlatıyor: "Tören 10 saat sürdü. Liderler o gün, Meclis'te odaları olduğu için dinlenme olanağı da bulabildi. Belki odalarında ayakları uzatıp yorgunluk giderdiler. Biz ne yaptık, başkan ne yaptı? Sandalyenin üzerinde 10 saat bekledi. Bu haksızlık". Hastanede tedavisi süren Ahmet Türk, DTP'nin ilk grup toplantısına katılamamış.
Evet, merkez sağın yeni, cehennemin dibindeki sağın eski temsilcileri; laikçi cumhuriyet fedaileri; gururlu dinibütün zevat; DTP milletvekillerinin ikide bir kulaklarını büken, onlara marabalara reva görülen muameleyi çeken basın erbabı ve benzeri ve benzeri!..
Bu nerelere koyacağınızı bilemediğiniz; demokrasinin berbat bir kazası olarak gördüğünüz Kürt milletvekillerinin kimin adına ve ne hakla orada, şimdilik sandalye tepesinde oturduklarını bir türlü anlayamıyordunuz.
Onlar, her yaz yurtlarından ekmek parası uğruna sürülen, mal gibi kamyonlara yüklenip fındığınızı, zeytininizi toplamaya günlerce yol katedip çadırlarda üst üste polis nezaretinde çalıştırılan Kürt kölelerin temsilcisi. Onların da temsilcisi. Meclis'e girebilmek için aldıkları oyu da o köleler ve onların akrabası köyleri yakılıp yıkılmış, ekmeksiz ve kitapsız bırakılmış, dilleri lâl edilmiş yurttaşlarınızdan aldılar. Dolayısıyla Meclis'teki yerleri de kapıya yakın.
Şimdi anladınız mı?
Mevsimlik köleler
Yoksulluğun pençesindeki adamlar, kadınlar her yıl bu yolculuğu yapıyor. 10, 15, 20 lira... Ne kazanabilirlerse.
23 sürgün işçi, Adıyaman'ın Kahta'sından Karadeniz'e fındığa giderken yurttaşlık dersinde öldürüldüler
12/08/2007 (917 defa okundu)
YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)
Ah, dilsiz kardeşlerim. Mevsimlik köleler. Gazetelerin önemli, değerli, gerilimli haberlerinin arasında ne kadar solgun, ne kadar uçucu, ne kadar ölü fotograflarına benziyorsunuz. 13 yaşındaki Mustafa, 14 yaşındaki Nafiye ve diğer küçük adam, küçük kadın memleket köleleri. Hayatınızda belki de ilk ve son çektirdiğiniz fotograflarla; alınları damgalı vesikalıklarınızla bize kâbus olur musunuz?
12'si çocuk, 23 sürgün işçi balık istifi depolanıp nakliye edilirken yolda paramparça olmadan önce ne güzel, ne gururlu bir memlekette uygarlık şarabını yudumluyor, tatil tefrikalarıyla hafifledikçe hafifliyorduk. Yegâne gerilimimiz Cumhurbaşkanı eşinin saçlarıydı.
23 sürgün işçi, Adıyaman'ın Kahta'sından Karadeniz'e fındığa giderken yurttaşlık dersinde öldürüldüler. Yola dağılmış ölülerini görenler dayanamamış. Paramparça olmuşlar.
Niğde'de de başka bir mevsimlik köle kafilesini taşıyan minibüsün otobüsle çarpışması sonucu 19 kişi yaralandı, 15 yaşındaki Vahap da 'olay yerinde' öldü.
Adıyaman'dan fındık toplamak için Giresun'a gelen 19 yaşındaki Bayram'la 17 yaşındaki Yılmaz geçen gün, Bulancak ilçesi sahilindeki iskelede denize girdi. Bir süre sonra gözden kaybolan gençler boğularak öldü.
Onlar, kibar deyişiyle mevsimlik tarım işçisiydi. Mevsimlik işçilerin neredeyse tamamı, Güneydoğulu Kürt.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platform Sözcüsü Abdullah Aysu, mevsimlik tarım işçilerine "kırsal kesimdeki yoksulların en yoksulu" diyor. Bianet'e anlatmış.
Aysu, "Normal şartlarda kendi topraklarında doyabilirler. Ama çatışma nedeniyle bu gerçekleşemiyor. Yerinden edilmiş olanlar da var. Hayvancılıkla, toprakla uğraşamıyorlar. Üretebilseler, bunu satabilecek mekanizmalardan yoksunlar. Yaşadıkları Güneydoğu politikalarıyla doğrudan bağlı" diye ekliyor.
Sayıları kayıtlara göre 190-200 bin civarında. Ama tarım sektörü uzmanları, mevsimlik işçilerin ailecek çalıştıklarını, çocukların da çalıştığını, kayıt dışılığın yüksekliğini hesaba katarak, bu rakamın gerçekte bir milyona yakın olduğunu tahmin ediyor.
Aysu'nun verdiği bilgilerle birlikte, mevsimlik tarım işçilerinin yaşadıkları şöyle:
Çalışma alanları: Büyük toprak ağalarının işlerinde ya da toplama işinin hızla yapılması gereken fındık gibi alanlarda çalışıyorlar. Türkiye'de çiftçilerin yüzde 87'den fazlası işçi çalıştırmıyor. Orta Anadolu'da soğan, şeker pancarı, kayısı, Çukurova'da pamuk, Ege'de yaş sebze, zeytin, Karadeniz'de fındıkta çalışıyorlar. Toplama, çapa, kurutma, serme işlerini üstleniyorlar.
Dört ay: Yılın dört ayında biriktirdikleri parayla geri kalan sekiz ayı da geçirmeye çalışıyorlar.
Düşük ücret: TÜİK verilerine göre 2005'te erkek bir mevsimlik işçinin ortalama günlük ücreti 18,06, kadın mevsimlik işçininkiyse 13,62 YTL'ydi. En düşük ücret kadınlar için Hatay'da 10,83, erkekler için Aydın'da 12,82 YTL'ydi. Devlet işletmelerindeki erkek mevsimlik işçininki 25,60, kadın mevsimlik işçininkiyse 23,12 YTL oldu.
Aracılara komisyon: Mevsimlik işçiler ücretlerinin bir bölümünü "elci", "dayıbaşı", "çavuş" denen aracılara komisyon olarak veriyor. İşçilerin yaşadıkları yerden çalışacakları yerlere ulaşımını, nerede, hangi işlerde çalışacağını da bu aracılar düzenliyor.
Sosyal hakları yok sayılıyor, dışlanıyorlar: Çoğunlukla kamyonların kasalarına doldurulup istif şeklinde taşınıyorlar. Genellikle çadırlarda kalıyor. Sağlıklı su ve kanalizasyona erişemiyor. Sağlık sorunlarını kendileri çözmek, maliyetini üstlenmek zorundalar. Bu süre çalışma süresinden sayılmıyor. Sosyal güvenceleri, sigortaları yok. Köylüler mevsimlik işçileri genellikle içine kabul etmez.
Doğu'dan Karadeniz'e yolculukları iki gün sürüyor. Zaman kaybetmemek için mümkün olduğunca molasız yolculuk ediyorlar. Bazen minibüslere 20, kamyonların arkasına 40 kişi biniyorlar.
Ordu'da bir çadırkent onları bekliyor. Turnasuyu deresi boyunca kurulmuş çadırkentte yaklaşık 400 çadırda 3 bine yakın işçi kalıyor.
Bu en beter mülteci kamplarını hatırlatan çadırların başında 24 saat polis bekliyor. Günde 20 lira kazanabilmek için 10 saat fındık topluyor. Daha o paralardan yüzde 10 komisyon verecekler. Nakliyeci tacirlerine.
Ne sıkıcı konular, değil mi? Bu memlekette ne önemli konular varken; memleket bölünme-çatlama-örtünme krizleriyle hop oturup hop kalkarken.
Kürt milletvekillerinin, uzun uykusundan uyanıp ortalığa çıktığı andan itibaren karşısında el pençe divan durduğumuz, gerdan kırıp saygılarımızı sunduğumuz başbuğ ve adamlarının ayağına gidip ellerini sıkması karşısında mutluluktan gözlerimiz yaşarırken. Hele başbuğun da ilahi bir yücegönüllülükle uzatılan elleri bir yumrukta itmeyip avcuna alması karşısında.
Körlüğe-sağırlığa-vahşet kışkırtıcılığına-milli reflekslere ve her türlü karanlık insanlık hallerine kader demeye yatkınız ya, kader artık bizi şamarlıyor. Sözgelimi, mevsimlik işçiler diye anılanların farkına varmamız tam da nereye oturtacağımıza karar veremediğimiz Kürt milletvekillerinin magazinine merak saldığımız günlere denk geldi. Onları da temsil ettikleri köleler gibi istifleyip gözden ırak bir yere kaldırmak, kendilerini yüce ulustan sanmamaları için mümkünse ahırın yanındaki samanlığa kapatmamız fena mı olurdu?
Sırrı Sakık, yakınıyor: "Bize zenci muamelesi yapıyorlar." Diğer partiler Meclis'te ikinci katta verilen odalara yerleşirken DTP'ye başka yerde bir oda gösterilmiş. Uzun mahpusluk günlerinden kalma mide hastalığından tedavisi süren Ahmet Türk, yemin töreninden sonra hastalanmış. Sakık, anlatıyor: "Tören 10 saat sürdü. Liderler o gün, Meclis'te odaları olduğu için dinlenme olanağı da bulabildi. Belki odalarında ayakları uzatıp yorgunluk giderdiler. Biz ne yaptık, başkan ne yaptı? Sandalyenin üzerinde 10 saat bekledi. Bu haksızlık". Hastanede tedavisi süren Ahmet Türk, DTP'nin ilk grup toplantısına katılamamış.
Evet, merkez sağın yeni, cehennemin dibindeki sağın eski temsilcileri; laikçi cumhuriyet fedaileri; gururlu dinibütün zevat; DTP milletvekillerinin ikide bir kulaklarını büken, onlara marabalara reva görülen muameleyi çeken basın erbabı ve benzeri ve benzeri!..
Bu nerelere koyacağınızı bilemediğiniz; demokrasinin berbat bir kazası olarak gördüğünüz Kürt milletvekillerinin kimin adına ve ne hakla orada, şimdilik sandalye tepesinde oturduklarını bir türlü anlayamıyordunuz.
Onlar, her yaz yurtlarından ekmek parası uğruna sürülen, mal gibi kamyonlara yüklenip fındığınızı, zeytininizi toplamaya günlerce yol katedip çadırlarda üst üste polis nezaretinde çalıştırılan Kürt kölelerin temsilcisi. Onların da temsilcisi. Meclis'e girebilmek için aldıkları oyu da o köleler ve onların akrabası köyleri yakılıp yıkılmış, ekmeksiz ve kitapsız bırakılmış, dilleri lâl edilmiş yurttaşlarınızdan aldılar. Dolayısıyla Meclis'teki yerleri de kapıya yakın.
Şimdi anladınız mı?
Monday, August 6, 2007
canım meclis güzel meclis...
Haberlere bakıyor musunuz? Ahmet Türk Devlet Bahçeli el sıkışıyor. Aysel Tuğluk önde. Şemdin Sakık meclisin en şıklarındanmış bir arkada. İnanabiliyor musunuz?
Açıkçası bütün seçim propogandası ip-urgan olan bir parti ve genel başkanı, karşıda yıllarca terörist denilen adam ve kadınlar... Aynı mecliste.. El sıkışıyorlar. Memleketin faydasına denen şey bu herhalde. Ben niyeyse bir umut doldum. Arka sıralarda bir ufuk:) Kritik zamanlarda kan gövdeyi götürmez diye umut etmek istiyorum.
Bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimleri ordunun tutumu falan zaten hep arka planda kafamda bir yerlerde ama şu manzara bile az rastlanılır cinsten.
Baykal göstermelik olmakla suçlamış iki partiyi de. Yani küfür gibi. Göstermelik olsun, nolacak. İnsanlar iletişim kurmuş ya bir şekilde abi kızdı tabii, kendisi iletişim özürlü. Hatta kavrayışta da sorun var. Seçimde az oy aldığını bile kabul etmekten aciz. Neyse.
Demokrasi sesime geldin mi ne!:D Bir umut. Bir arkadaşım bu ülke için çözüm umut falan gibi kelimelerin geçtiği cümleler kurmayı tekrar hayal ediyorum demişti geçen gün. Belki de kim bilir party animal:)...
Saf mıyım ne?
Açıkçası bütün seçim propogandası ip-urgan olan bir parti ve genel başkanı, karşıda yıllarca terörist denilen adam ve kadınlar... Aynı mecliste.. El sıkışıyorlar. Memleketin faydasına denen şey bu herhalde. Ben niyeyse bir umut doldum. Arka sıralarda bir ufuk:) Kritik zamanlarda kan gövdeyi götürmez diye umut etmek istiyorum.
Bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimleri ordunun tutumu falan zaten hep arka planda kafamda bir yerlerde ama şu manzara bile az rastlanılır cinsten.
Baykal göstermelik olmakla suçlamış iki partiyi de. Yani küfür gibi. Göstermelik olsun, nolacak. İnsanlar iletişim kurmuş ya bir şekilde abi kızdı tabii, kendisi iletişim özürlü. Hatta kavrayışta da sorun var. Seçimde az oy aldığını bile kabul etmekten aciz. Neyse.
Demokrasi sesime geldin mi ne!:D Bir umut. Bir arkadaşım bu ülke için çözüm umut falan gibi kelimelerin geçtiği cümleler kurmayı tekrar hayal ediyorum demişti geçen gün. Belki de kim bilir party animal:)...
Saf mıyım ne?
Subscribe to:
Posts (Atom)