Aynı şarkıyı dinleyip
Gözlerimi kapattığımda
Aynı sahne gözlerimin önünde,
Canlı, renkli, gerçek
Martının teki
Tek bacağını kaldırmış,
Tünemiş ağacın tekinin üstüne,
Alabildiğine olmasa da
Mavi su her taraf
Güneş batmakta tereddütlü
Bisiklet sesi her yan,
Zincirlerimden biri çıktı galiba
Aynı müzik
Aynı sahne
Farklı oyun
Farklı sufle
En güzeli, sufle sessizlik
Bir hayli gürültülü müzikle halbuki
Aynı müzik
Farklı sahne
Martının kaldırdığı ayak sağ mıydı, sol oldu sanki
Aslında herşey farklı.
Birisi
Monday, November 19, 2007
Wednesday, November 14, 2007
le guin...
Benim yarına yetiştirmem gereken iki adet paperım, ertesi gün 2 adet sınavım var. Yeni oturdum masanın başına ve ne yapıyorum biliyor musunuz? Mülksüzlere bakıyorum, elimde kitap keşke bunu okusam şimdi dewey yerine diyorum içimden . Kitaba başlamak istemiyorum çünkü pratik değil ama bazen insan pratik olmayanı yapmak istiyor. Bari diyorum içimden şu arka kapağında yazanı geçeyim bloguma, öyle yansıtayım bu isteğimi:
"Vermediğiniz şeyi alamazsınız,
kendinizi vermeniz gerekir.
Devrimi satın alamazsınız.
Devrimi yapamzsınız.
Devrim olabilirsiniz ancak..."
Konuşmasını bitirirken, yaklaşan polis helikopterlerinin gürültüsü sesini boğmaya başladı.
Not: İçin fesat diyebilirsiniz ama n'olur üstteki ilk iki satırı ortaokul ergen erkek esprilerini hatırlamadan okuyalım....
"Vermediğiniz şeyi alamazsınız,
kendinizi vermeniz gerekir.
Devrimi satın alamazsınız.
Devrimi yapamzsınız.
Devrim olabilirsiniz ancak..."
Konuşmasını bitirirken, yaklaşan polis helikopterlerinin gürültüsü sesini boğmaya başladı.
Not: İçin fesat diyebilirsiniz ama n'olur üstteki ilk iki satırı ortaokul ergen erkek esprilerini hatırlamadan okuyalım....
Thursday, November 8, 2007
aman/yok saysınlar!
ne zamandir yazmiyorum aslinda su an buraya yaziyor olmam da saçma. Saat gecenin üçü, yapmam gerekenleri yapmadım, durum vahim buralarda yine bir de. Savaş vs vs vs...
vs vs vs dyebileceğim kadar kötülük var ayan beyan ortada. Bir de ayan beyan olmayanları var, bende de var, birilerinde de var.
gece gece saçmalamayayım daha fazla perihan mağden yazmış gene:
Ölmeyenlerin adaleti
Perihan Mağden
08/11/2007 (12872 kişi okudu)
Bilmiyorum, Türkiye Cumhuriyeti'nin 'Adalet' bakanlarının meselesi nedir?
İtibarlı bir hukuk profesörü olduğu rivayet olunan Hikmet Sami Türk, 'Hayata Dönüş' operasyonunu düzenleterek DE Dünya Zulüm Tarihi'ndeki Haklı Türk yerini almıştı(r) mesela.
Sonra '301'in uygulamalarına bakalım' şeklinde ve başka binbir şekilde savunmalarıyla; ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı/hedef gösterici/bizatihi 'ırkçı' (evet: bence bu da söz konusu, o maddenin 'uygulanış' biçimiyle) meşhuuur 301'imize sahip çıkmış bulunan Cemil Çiçek'li günler yaşadık. Geceler yaşadık. Karanlık zamanlar.
Şimdi Cemil Çiçek, hükümet 'sözcüsü'.
Yeni 'Adalet' Bakanımız Mehmet Ali Şahin ise "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. O gece o teröristlerle birlikte gitmiş olmalarını içime sindiremedim. Kurtulmuş olmalarından fazla sevinç duymadım," demiştir. Diyebilmiştir işte.
Çocuklar ölseydi, ortalık 'Kınalı Kuzular' edebiyatından geçilmeyecekti. Öldürülseydi çocuklar 'ejjdadımızzz' paralayacaktı kiralıkasker ve fakat kalemler.
Ayıptır. Ve de günahtır.
BU SAVAŞ'ın, yirmi yedi yıldır sürüp gidiyor olması nedeni ile ve pek çok nedenle, epey zamandır bir İnandırıcılık Sorunu vardır.
Bu Çocukları neye kurban veriyoruz biz? Kırk beş günlük, iki aylık, üç aylık eğitimlerle?
İşte dağların sahipleri, inlerin efendileri 'gider armut gibi toplarız askerlerinizi' şovunu gerçekleştirdiler.
Sonra da Geri Verme Şovları'nı.
Gerilla teknikleriyle savaşanlarla, gerilla taktikleriyle ve onlar kadar ince eğitimden geçirilmiş özel timlerle baş edebilirsiniz.
Sayıyı 'çoğaltıp' şehit cenazeleriyle insanların yüreklerini dağlayarak değil. Kin ve intikam duygularını on yıllarca daha, çıkmayacak lekelere dönüştürerek değil.
Ben, o sekiz çocuk, alçaklık stratejileriyle hiçbir sahiciliklerinin kalmadığını kavramaya dahi yanaşamayan Bölgedeki Güç(ler) Bağımlıları'nın elinden alınabildiği için mutluyum. Şahsen. Kurtuldular. Hayatta kaldılar.
Ne yani: ONLARI DA MI KURBAN VERSEYDİK?
Bakın, ne güzel söylemiş rehin alınan askerlerden Denizlili er Fatih Atakul'un annesi Aynur Atakul: "Oralarda asıl ölen analar.
Şehitler için bir-iki gün gözyaşı dökülüyor o kadar. Analar öyle mi? Konuşmak bakana kolay geliyor. Benim anam öldü, beni öldürseler de fark etmez. Ama benim oğlumun anası yaşıyor," diyor.
Davul zurnayla askere yollamışlar Fatih'i. Bu memlekette, bu kadar çok 'zayiat' verilen bir memlekette, hâlâ çocuklar davulla, zurnayla askere yollanabiliyor. Hâlâ askerlik, bir çeşit Tam Erkekliğe Geçiş/Büyüme-Olgunlaşma Ritüel'i telakki edilebiliyor. Kutsal/Kaçınılmaz sayılıyor, sayılabiliyor.
Bu halkın 'yapısı' böyle: Başına ne gelirse gelsin; emre itaatten, otoriteye boyun eğmekten ve hatta sevinçle/zevkle boyun eğmekten vazgeçmez gibi yapabiliyorlar.
Kan kusup 'kızılcık şerbeti' demesini isteyen padişahının, istediğini yerine getirebiliyor.
Şimdi davul-zurnayla askere yollanan Fatih'in Denizli'ye
cenazesi gelmedi diye, bir bakanımız üzülebiliyor. 'Sevinemediğini' ferahça ifade edebiliyor!
Fatih'in annesi Aynur Atakul: "Kurtulduğuna çok sevinmiştik. Ama Bakan Mehmet Ali Şahin'in açıklamalarından sonra yıkıldık. Biz onurlu insanlarız. Ben oğlumu büyük bir gururla askere gönderdim. Ölseydi daha mı iyi olacaktı? Aylardır oğlum ve diğer askerler için dua ediyorum," diyor.
Aynur Atakul aylardır oğlu ve başka çocuklar ölmesin diye dua ediyor.
Yüz binlerce anne, yıllardır, on yıllardır oğulları ve başka çocuklar ölmesin diye dua ediyorlar.
Bakan koltuklarından, köşe başlarından, makam ve mevki tepelerinden birileri atıp tutuyorlar. Atıp atıp çocukları ölüme bırakıyorlar.
El âlemin çocuğunun kanı üstünden en uzlaşmaz, en savaş yanlısı, en kestirmeci yargılarla "Asarız. Keseriz. Aşiret hainini pişirip sosla servis ederiz," edepsizliklerini sallamak, kolay. Çok zahmetsiz. Bazıları kolay'ı, ucuz'u çok seviyor.
ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ
YAKAR. Yakıyor.
Ateş, Şehit Anaları'nın yüreğini yangın ediyor.
"Allah evlat acısı göstermesin," diye bir lafımız var. Çünkü ruhu olan, kalbi olan herkes Evlat Acısından daha büyük bir acının, bu ölümlü dünyada olmadığını, varolamayacağını biliyor.
Onun için de, AK Parti'ye oyunu vermiş olan Denizlili piyade er Fatih'in anasına ve babasına, bu lafları etmek 'düşüncesizlik' filan değildir sadece. Çok ciddi bir vicdansızlıktır. İzansızlıktır. Kalpsizliktir.
Bizleri peki, bu kaygısızlıktan/bu saygısızlıktan/bu hain iklimden koruyacak hiçbir yorgan/şemsiye/sığınak/barınak- HAKİKAT, evet hakikat var mıdır?
Arat Dink'i ölüm tehditleri almaktan kurtaramadık.
301'den mahkûmiyet almaktan koruyamadık.
'Kişiliği nedeniyle' cezasını 'veren' mahkemeye karşı 'gıkımızı' çıkaramadık.
Arat Dink gitmek zorunda bırakıldı. Gitsin hakikaten yurtdışında yaşasın. Ki, yaşasın. Çocuklarıyla, karısıyla. Hayatta kalsın.
O sekiz çocuk ölmediği için, rahat nefes almış olan 'yüreklilerimiz' var.
Yaşıyor olmalarının sevinci içinde olanlarımız var.
'Adalet' bakanlarının laflarını yel üfürür su götürür. Şimdi n'olur bu çocuklar ve anaları, bizleri duysun. O kanatıcı lafları YOK saysınlar. YOK SAYSINLAR.
YOK.
SAYSINLAR.
vs vs vs dyebileceğim kadar kötülük var ayan beyan ortada. Bir de ayan beyan olmayanları var, bende de var, birilerinde de var.
gece gece saçmalamayayım daha fazla perihan mağden yazmış gene:
Ölmeyenlerin adaleti
Perihan Mağden
08/11/2007 (12872 kişi okudu)
Bilmiyorum, Türkiye Cumhuriyeti'nin 'Adalet' bakanlarının meselesi nedir?
İtibarlı bir hukuk profesörü olduğu rivayet olunan Hikmet Sami Türk, 'Hayata Dönüş' operasyonunu düzenleterek DE Dünya Zulüm Tarihi'ndeki Haklı Türk yerini almıştı(r) mesela.
Sonra '301'in uygulamalarına bakalım' şeklinde ve başka binbir şekilde savunmalarıyla; ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı/hedef gösterici/bizatihi 'ırkçı' (evet: bence bu da söz konusu, o maddenin 'uygulanış' biçimiyle) meşhuuur 301'imize sahip çıkmış bulunan Cemil Çiçek'li günler yaşadık. Geceler yaşadık. Karanlık zamanlar.
Şimdi Cemil Çiçek, hükümet 'sözcüsü'.
Yeni 'Adalet' Bakanımız Mehmet Ali Şahin ise "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. O gece o teröristlerle birlikte gitmiş olmalarını içime sindiremedim. Kurtulmuş olmalarından fazla sevinç duymadım," demiştir. Diyebilmiştir işte.
Çocuklar ölseydi, ortalık 'Kınalı Kuzular' edebiyatından geçilmeyecekti. Öldürülseydi çocuklar 'ejjdadımızzz' paralayacaktı kiralıkasker ve fakat kalemler.
Ayıptır. Ve de günahtır.
BU SAVAŞ'ın, yirmi yedi yıldır sürüp gidiyor olması nedeni ile ve pek çok nedenle, epey zamandır bir İnandırıcılık Sorunu vardır.
Bu Çocukları neye kurban veriyoruz biz? Kırk beş günlük, iki aylık, üç aylık eğitimlerle?
İşte dağların sahipleri, inlerin efendileri 'gider armut gibi toplarız askerlerinizi' şovunu gerçekleştirdiler.
Sonra da Geri Verme Şovları'nı.
Gerilla teknikleriyle savaşanlarla, gerilla taktikleriyle ve onlar kadar ince eğitimden geçirilmiş özel timlerle baş edebilirsiniz.
Sayıyı 'çoğaltıp' şehit cenazeleriyle insanların yüreklerini dağlayarak değil. Kin ve intikam duygularını on yıllarca daha, çıkmayacak lekelere dönüştürerek değil.
Ben, o sekiz çocuk, alçaklık stratejileriyle hiçbir sahiciliklerinin kalmadığını kavramaya dahi yanaşamayan Bölgedeki Güç(ler) Bağımlıları'nın elinden alınabildiği için mutluyum. Şahsen. Kurtuldular. Hayatta kaldılar.
Ne yani: ONLARI DA MI KURBAN VERSEYDİK?
Bakın, ne güzel söylemiş rehin alınan askerlerden Denizlili er Fatih Atakul'un annesi Aynur Atakul: "Oralarda asıl ölen analar.
Şehitler için bir-iki gün gözyaşı dökülüyor o kadar. Analar öyle mi? Konuşmak bakana kolay geliyor. Benim anam öldü, beni öldürseler de fark etmez. Ama benim oğlumun anası yaşıyor," diyor.
Davul zurnayla askere yollamışlar Fatih'i. Bu memlekette, bu kadar çok 'zayiat' verilen bir memlekette, hâlâ çocuklar davulla, zurnayla askere yollanabiliyor. Hâlâ askerlik, bir çeşit Tam Erkekliğe Geçiş/Büyüme-Olgunlaşma Ritüel'i telakki edilebiliyor. Kutsal/Kaçınılmaz sayılıyor, sayılabiliyor.
Bu halkın 'yapısı' böyle: Başına ne gelirse gelsin; emre itaatten, otoriteye boyun eğmekten ve hatta sevinçle/zevkle boyun eğmekten vazgeçmez gibi yapabiliyorlar.
Kan kusup 'kızılcık şerbeti' demesini isteyen padişahının, istediğini yerine getirebiliyor.
Şimdi davul-zurnayla askere yollanan Fatih'in Denizli'ye
cenazesi gelmedi diye, bir bakanımız üzülebiliyor. 'Sevinemediğini' ferahça ifade edebiliyor!
Fatih'in annesi Aynur Atakul: "Kurtulduğuna çok sevinmiştik. Ama Bakan Mehmet Ali Şahin'in açıklamalarından sonra yıkıldık. Biz onurlu insanlarız. Ben oğlumu büyük bir gururla askere gönderdim. Ölseydi daha mı iyi olacaktı? Aylardır oğlum ve diğer askerler için dua ediyorum," diyor.
Aynur Atakul aylardır oğlu ve başka çocuklar ölmesin diye dua ediyor.
Yüz binlerce anne, yıllardır, on yıllardır oğulları ve başka çocuklar ölmesin diye dua ediyorlar.
Bakan koltuklarından, köşe başlarından, makam ve mevki tepelerinden birileri atıp tutuyorlar. Atıp atıp çocukları ölüme bırakıyorlar.
El âlemin çocuğunun kanı üstünden en uzlaşmaz, en savaş yanlısı, en kestirmeci yargılarla "Asarız. Keseriz. Aşiret hainini pişirip sosla servis ederiz," edepsizliklerini sallamak, kolay. Çok zahmetsiz. Bazıları kolay'ı, ucuz'u çok seviyor.
ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ
YAKAR. Yakıyor.
Ateş, Şehit Anaları'nın yüreğini yangın ediyor.
"Allah evlat acısı göstermesin," diye bir lafımız var. Çünkü ruhu olan, kalbi olan herkes Evlat Acısından daha büyük bir acının, bu ölümlü dünyada olmadığını, varolamayacağını biliyor.
Onun için de, AK Parti'ye oyunu vermiş olan Denizlili piyade er Fatih'in anasına ve babasına, bu lafları etmek 'düşüncesizlik' filan değildir sadece. Çok ciddi bir vicdansızlıktır. İzansızlıktır. Kalpsizliktir.
Bizleri peki, bu kaygısızlıktan/bu saygısızlıktan/bu hain iklimden koruyacak hiçbir yorgan/şemsiye/sığınak/barınak- HAKİKAT, evet hakikat var mıdır?
Arat Dink'i ölüm tehditleri almaktan kurtaramadık.
301'den mahkûmiyet almaktan koruyamadık.
'Kişiliği nedeniyle' cezasını 'veren' mahkemeye karşı 'gıkımızı' çıkaramadık.
Arat Dink gitmek zorunda bırakıldı. Gitsin hakikaten yurtdışında yaşasın. Ki, yaşasın. Çocuklarıyla, karısıyla. Hayatta kalsın.
O sekiz çocuk ölmediği için, rahat nefes almış olan 'yüreklilerimiz' var.
Yaşıyor olmalarının sevinci içinde olanlarımız var.
'Adalet' bakanlarının laflarını yel üfürür su götürür. Şimdi n'olur bu çocuklar ve anaları, bizleri duysun. O kanatıcı lafları YOK saysınlar. YOK SAYSINLAR.
YOK.
SAYSINLAR.
Subscribe to:
Posts (Atom)